EDİRNE (AA) - AK Parti Milletvekili ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Rafet Sezen, Edirne'nin tamamında toplulaştırmanın 2023 yılına kadar tamamlanmasını hedeflediklerini bildirdi.
Milletvekili Sezen, yaptığı yazılı açıklamada, tarımda en önemli önceliklerinin sulama ve toplulaştırma olduğunu ifade etti.
Tarım komisyonu üyesi olarak Edirne ile ilgili çalışmaları yakından takip ettiğini aktaran Sezen, şunları kaydetti:
''İlimizde 251 yerleşim biriminde yaklaşık 431 bin hektar arazide toplulaştırma çalışmaları yapılacak. Bunlardan 37 yerleşim biriminde 86 bin 431 hektar alanda toplulaştırma çalışmaları tamamlanmıştır. Halen 39 yerleşim biriminde 47 bin 844 hektar alanda ise çalışmalar devam etmektedir. 2017 yılı içerisinde keşif bedeli yaklaşık 100 milyon lira olan Lalapaşa ve Süloğlu ilçelerinin tamamı, Enez ilçesinde 13, Keşan ilçesinde 9, Havsa ilçesinde ise 11 olmak üzere toplam 72 yerleşim birimini kapsayan 102 bin 397 hektar alanda 4 farklı proje ihalesi yapılmıştır. Toplulaştırma ile parselleri birleştirerek, arazilerde iş gücü ve akaryakıt kayıpları azalacak, tarım arazilerinden daha iyi verim alınacak. Tarım makinelerinin daha verimli kullanılması sağlanarak, üreticilerimiz sosyo-ekonomik yönden rahatlayacaktır. Bu bağlamda toplulaştırması tamamlanan yerleşim birimlerinde yüzde 45- 65 oranında değişen parsel azalması sağlanmıştır."
Edirne Gıda Tarım Ve Hayvancılık İl Müdürlüğünce çalışmaların hızlı bir şekilde devam ettiğini dile getiren Sezen, Uzunköprü ilçesine bağlı 16, Meriç ilçesine bağlı 23 yerleşim birimindeki çalışmaların 2018 yılı içerisinde tamamlanmasının planlandığını ifade etti.
Sezen, Edirne'nin tamamında toplulaştırmanın bitirilmesi için 103 yerleşim birimini kapsayan 194 bin 404 hektar alan ile ilgili gerekli çalışmaların yapılarak 7 farklı proje ile bakanlığa sunduklarını aktardı.
- ''2 bin 252 hak sahibine arazi dağıttık''
Edirne'nin çeşitli ilçelerinde topraksız veya az topraklı çiftçilere arazi dağıtımı yapıldığını belirten Sezen, ''Arazi dağıtımı projesi kapsamında Edirne'nin çeşitli ilçelerinde bulunan yerleşim birimlerinde 2 bin 252 hak sahibine 66 bin 917 dekarlık arazi dağıtımı yapıldı. 6 yerleşim biriminde ise 645 kişiye 24 bin 246 dekar arazinin dağıtılması için çalışmalar devam ediyor.'' ifadelerini kullandı.
ARŞİV
Tomurcuk Metal-İnşaat Sayfalar
28 Aralık 2017 Perşembe
26 Aralık 2017 Salı
NÜKLEER SİLAH NEDİR?
Nükleer silahlar nükleer enerjinin, büyük miktarlarda ve ani denilebilecek kısa sürelerde, kontrolsüz şekilde üretimine dayalıdır. Nükleer enerjiyse, çekirdek parçalanması (fisyon), ya da çekirdek birleşmesi (füzyon) yoluyla elde edilir. Fisyon olayında, örneğin U-235 gibi bir çekirdek, nötron bombardımanına tabi tutulduğunda, bir nötron tutarak parçalanır ve 2 ya da 3 nötron çıkarır. Böyle çekirdeklerin, parçalanabilir ya da ‘’fisil’’ olduğu söylenir. Açığa çıkan nötronlardan bazıları, ortamın dışına kaçarak ya da ilgisiz çekirdekler tarafından yutularak ‘ziyan’ olurken, bazıları diğer U-235 çekirdeklerine çapıp yeni fisyonlara yol açar. Eğer bir uranyum kütlesinde ortalama olarak, fisyona yol açan her nötron başına açığa çıkan nötronların; ‘birden fazlası, biri ya da birden azı’ tekrar fisyona yol açabiliyorsa, o uranyum kütlesinin ‘süper kritik, kritik ya da alt kritik’ olduğu söylenir. Geometrisine ve kimyasal bileşimine bağlı olarak, olası en küçük kritik kütle 7-8 kg düzeyindedir. Uygun bir şekilde hazırlanması gereken böyle bir kütlede, her fisyon bir yenisine yol açar ve ‘zincirleme reaksiyon’ aynı düzeyde devam eder.
Süper kritik bir kütledeyse, her fisyon birden fazla yenisine yol açtığından, fisyonların sayısı çığ gibi artar. Büyüyen bir ‘zincirleme reaksiyon’ oluşur ve fisyon başına açığa, 200 milyon elektron volt enerji çıkar. Kömürün yanmasından elde edilen enerjiyse, karbon atomu başına 4 elektron volt kadar. Dolayısıyla 1 gram U-235’in fisyonu, 2,5 ton kömüre eşdeğer.
Fakat doğada bulunan uranyumun, sadece %0.71 kadarı U-235’ten, kalanıysa, parçalanmayan bir izotop olan U-238’den oluşur. Dolayısıyla doğal uranyumdaki 235 bileşeninin, hele bomba yapılmak isteniyorsa, % 90’lar düzeyinde zenginleştirilmesi gerekiyor. Zenginleştirme yöntemlerinden birisi, ‘gaz difüzyonu’ yöntemi. Normal şartlar altında metal olan uranyum, UF6 gazı haline getirilir ve bir kabın, aralarında gözenekli bir zar bulunan iki bölmesinden birine konup, yüksek basınç altında sıkıştırılır.
Gaz moleküllerinden U-235 içerenler, diğerlerine göre daha hafif olduklarından, herhangi bir sıcaklıkta daha hızlı hareket eder ve zarın diğer tarafına sızmakta daha başarılı olurlar. Dolayısıyla diğer bölmedeki U-235’li molekül konsantrasyonu, az biraz artar. Kayda değer bir zenginleştirme için bu sürecin binlerce kez tekrarlanması, böylesine kaplardan binlercesinin art arda kullanılması gerekir. Böyle bir tesiste, yılda tonlarca zenginleştirilmiş uranyum üretilebilir. Fakat basınçlamanın gerektirdiği güç binlerce MW, kap sisteminin tesis maliyeti milyar dolar düzeyindedir. Oysa bir nükleer bombanın yapımı için onlarca kilogram zengin uranyum gerekir. Zengin uranyumu az miktarlarda elde etmenin daha ucuz yolları vardır.
Bir başka zenginleştirme yöntemi, uranyum izotoplarının, aynı frekanstaki lazer atımları karşısında verdikleri farklı tepkiye dayanır. Buysa zahmetli ve yavaş çalışan bir yöntem. Malzemeyi küçük miktarlarda ve yavaş yavaş elde etmenin bir diğer yolu, uranyum izotoplarını iyonlanlaştırıp bir manyetik alanın üzerinden geçirmek. Aynı hızla hareket etmekte olan iyonlar manyetik alandan geçerken, daha ağır olanlar daha küçük, hafif olanlarsa daha büyük yarıçaplı daireler üzerinden saptırılır ve karşıdaki bir ‘’ toplayıcı levha’ nın farklı yerlerine düşerler. Bu, fakirin zenginleştirme yöntemidir. Ancak sabır gerektirir. Çünkü gün boyunca hedef levhasında, gram düzeyinde az ürün birikir.
Parçalanmaya yakın bir diğer ‘fisil’ çekirdekse, Pu-239 izotopu. Ancak, plütonyum doğal bir element değil. Nükleer reaktörlerde, U-238 izotopunun bir nötron yuttuktan sonra bozunması sonucu oluşur. Farklı bir element olduğundan, uranyumdan kimyasal yöntemlerle ayrıştırılabilir ve zenginleştirme işlemi gerektirmez. Fakat eldesi için, hazırda çalışan bir nükleer reaktörün bulunması ve yakıtına uygun zamanlamalarda müdahale edilmesi gerekir. Hâlbuki bomba malzemesi olarak zenginleştirilmiş uranyum ya da plütonyum elde etmenin en kestirme yolu, bu malzemeyi, nükleer santralarla hizmet veren yakıt işleme tesislerinden almak ya da çalmak.
Fisil malzeme elde edildikten sonra bomba yapması, görece kolay bir iş. İlkel bir nükleer bomba, bir araya geldiklerinde süper kritik olacak olan iki altkritik uranyum kütlesini bir topun namlusuna yerleştirip, birini diğerine doğru ateşlemekle yapılabilir. Sonuç, büyük bir patlamaya yol açan süper kritik bir kütledir ve açığa çıkan toplam enerjiye ‘bombanın verimi’ denir. Hiroşima’ya atılmış olan bomba böyle bir düzenekten oluşmuştur. Ancak ‘top tipi bomba’ fazla uranyum gerektirir; ağır ve hantal, hem de düşük verimlidir. Bir diğer yöntem; süper kritik bir fisil malzeme küresinin etrafına güçlü patlayıcılar yerleştirip, bu patlayıcıları fevkalade simetrik bir eşzamanlı biçimde patlatarak, küreyi homojen bir şekilde, çok daha süper kritik küçük bir küreye ‘göçertmek’. Bu tip bir ‘göçertme aygıtında’, Pu-239 tercih edilmekle birlikte, U-235 de kullanılabilir. Yöntemin, fisil malzeme sağlamadan sonraki en zor tarafı, patlamaların eş zamanlılığını sağlayan elektronik devre elemanlarının yapımı ya da ele geçirilmesi. Fakat zahmetine de değer: Bomba küçük, verimi yüksek olur.
Füzyon olayıysa, hidrojen ya da hidrojenin izotopları olan döteryum ve trityum çekirdeklerinin birleşmesine dayalıdır. Bu çekirdeklerin kaynaşması, birim ağırlık başına fisyondan bile daha fazla enerji açığa çıkarır. O kadar ki, 1 gram hidrojen yaklaşık 50 ton kömüre eşdeğerdir. Ancak, çekirdeklerin kaynaştırılabilmeleri için, çok yüksek hızlarla çarpıştırılmaları gerekir. Yeterince yüksek sıcaklıktaki hidrojen gazında, her bir yöne doğru hareket etmekte olan atomlar, yeterince yüksek sıcaklıktaki hidrojen gazında, her bir yöne doğru hareket etmekte olan atomlar, yeterince yüksek hızlarla çarpışıp kaynaşabilirler. Nitekim güneşin merkezindeki sıcaklık 15 milyon dereceyi buluyor ve buradaki hidrojen çekirdekleri, yüksek basıncında yardımıyla füzyona uğrayarak, güneşe ışıdığı enerjiyi sağlıyorlar. Ancak, yeryüzünde basınç çok daha düşük olduğundan, hidrojenin füzyonu için gereken sıcaklık çok daha yüksek ve 100 milyon derecenin üstüne çıkılması gerekiyor. Bu yüzden “hidrojen bombasının” yapımında, füzyonu biraz daha kolay olan döteryumla trityum tercih edilir.
Döteryum normal sudaki hidrojen atomları arasında, 1/66 oranında bulunuyor ve fiziko kimyasal yöntemlerle ayrıştırılabiliyor. Trityum’sa Li-6 (lityum) izotopunun nötron bombardımanına tabi tutularak, helyum ve trityuma parçalanmasıyla elde edilebilir. Ancak tirtyum; normal şartlar altında uçucu, kaçıcı bir gaz. Hem de, görece kısa bir yarılanma ömrüyle kendiliğinden bozunuyor. Dolayısıyla, önceden üretilip saklanması yerine, kullanımının hemen öncesinde ve sırasında üretimi tercih ediliyor. Bu amaçla döteryum lityum’la karıştırılır ve her ikisi birlikte, strofor ambalaj malzemesiyle kaplanır. Patlama anı geldiğinde, lityum nötron bombardımanına tabi tutularak trityum üretilir, bu trityumlar da, içerdeki döteryumlarla çarpışıp füzyona yol açarlar. Ancak; lityumun bombardımanı için nötronlar, füzyon için de yüksek sıcaklıklar gerekir. Bunlarsa ‘birincil’ denilen bir uranyum ya da Plütonyum bombasının patlatılmasıyla elde edilir. Bu bombanın ürettiği ısınma etkisi, yani termal şok, görece yavaş yayılır ve füzyon düzeneğine ulaşana kadar, düzeneğin dağılması olasılığı belirir. Hâlbuki yayınlanan gama ışınları ışık hızıyla hareket eder. Ve strafor bunları emerek, içindeki karışımın ısınmasını sağlar. Bir yandan da, birincil bombanın basınç şoku füzyon karışımını dışarıdan ve her yandan homojen bir şekilde sıkıştırır, yaydığı nötronlar lityumu parçalayıp trityum açığa çıkarırlar. Karışımın sıcaklığı 100 milyon derecenin üstüne çıktığında , ‘ikincil’ füzyon bombası devreye girmiştir.
Süper kritik bir kütledeyse, her fisyon birden fazla yenisine yol açtığından, fisyonların sayısı çığ gibi artar. Büyüyen bir ‘zincirleme reaksiyon’ oluşur ve fisyon başına açığa, 200 milyon elektron volt enerji çıkar. Kömürün yanmasından elde edilen enerjiyse, karbon atomu başına 4 elektron volt kadar. Dolayısıyla 1 gram U-235’in fisyonu, 2,5 ton kömüre eşdeğer.
Fakat doğada bulunan uranyumun, sadece %0.71 kadarı U-235’ten, kalanıysa, parçalanmayan bir izotop olan U-238’den oluşur. Dolayısıyla doğal uranyumdaki 235 bileşeninin, hele bomba yapılmak isteniyorsa, % 90’lar düzeyinde zenginleştirilmesi gerekiyor. Zenginleştirme yöntemlerinden birisi, ‘gaz difüzyonu’ yöntemi. Normal şartlar altında metal olan uranyum, UF6 gazı haline getirilir ve bir kabın, aralarında gözenekli bir zar bulunan iki bölmesinden birine konup, yüksek basınç altında sıkıştırılır.
Gaz moleküllerinden U-235 içerenler, diğerlerine göre daha hafif olduklarından, herhangi bir sıcaklıkta daha hızlı hareket eder ve zarın diğer tarafına sızmakta daha başarılı olurlar. Dolayısıyla diğer bölmedeki U-235’li molekül konsantrasyonu, az biraz artar. Kayda değer bir zenginleştirme için bu sürecin binlerce kez tekrarlanması, böylesine kaplardan binlercesinin art arda kullanılması gerekir. Böyle bir tesiste, yılda tonlarca zenginleştirilmiş uranyum üretilebilir. Fakat basınçlamanın gerektirdiği güç binlerce MW, kap sisteminin tesis maliyeti milyar dolar düzeyindedir. Oysa bir nükleer bombanın yapımı için onlarca kilogram zengin uranyum gerekir. Zengin uranyumu az miktarlarda elde etmenin daha ucuz yolları vardır.
Bir başka zenginleştirme yöntemi, uranyum izotoplarının, aynı frekanstaki lazer atımları karşısında verdikleri farklı tepkiye dayanır. Buysa zahmetli ve yavaş çalışan bir yöntem. Malzemeyi küçük miktarlarda ve yavaş yavaş elde etmenin bir diğer yolu, uranyum izotoplarını iyonlanlaştırıp bir manyetik alanın üzerinden geçirmek. Aynı hızla hareket etmekte olan iyonlar manyetik alandan geçerken, daha ağır olanlar daha küçük, hafif olanlarsa daha büyük yarıçaplı daireler üzerinden saptırılır ve karşıdaki bir ‘’ toplayıcı levha’ nın farklı yerlerine düşerler. Bu, fakirin zenginleştirme yöntemidir. Ancak sabır gerektirir. Çünkü gün boyunca hedef levhasında, gram düzeyinde az ürün birikir.
Parçalanmaya yakın bir diğer ‘fisil’ çekirdekse, Pu-239 izotopu. Ancak, plütonyum doğal bir element değil. Nükleer reaktörlerde, U-238 izotopunun bir nötron yuttuktan sonra bozunması sonucu oluşur. Farklı bir element olduğundan, uranyumdan kimyasal yöntemlerle ayrıştırılabilir ve zenginleştirme işlemi gerektirmez. Fakat eldesi için, hazırda çalışan bir nükleer reaktörün bulunması ve yakıtına uygun zamanlamalarda müdahale edilmesi gerekir. Hâlbuki bomba malzemesi olarak zenginleştirilmiş uranyum ya da plütonyum elde etmenin en kestirme yolu, bu malzemeyi, nükleer santralarla hizmet veren yakıt işleme tesislerinden almak ya da çalmak.
Fisil malzeme elde edildikten sonra bomba yapması, görece kolay bir iş. İlkel bir nükleer bomba, bir araya geldiklerinde süper kritik olacak olan iki altkritik uranyum kütlesini bir topun namlusuna yerleştirip, birini diğerine doğru ateşlemekle yapılabilir. Sonuç, büyük bir patlamaya yol açan süper kritik bir kütledir ve açığa çıkan toplam enerjiye ‘bombanın verimi’ denir. Hiroşima’ya atılmış olan bomba böyle bir düzenekten oluşmuştur. Ancak ‘top tipi bomba’ fazla uranyum gerektirir; ağır ve hantal, hem de düşük verimlidir. Bir diğer yöntem; süper kritik bir fisil malzeme küresinin etrafına güçlü patlayıcılar yerleştirip, bu patlayıcıları fevkalade simetrik bir eşzamanlı biçimde patlatarak, küreyi homojen bir şekilde, çok daha süper kritik küçük bir küreye ‘göçertmek’. Bu tip bir ‘göçertme aygıtında’, Pu-239 tercih edilmekle birlikte, U-235 de kullanılabilir. Yöntemin, fisil malzeme sağlamadan sonraki en zor tarafı, patlamaların eş zamanlılığını sağlayan elektronik devre elemanlarının yapımı ya da ele geçirilmesi. Fakat zahmetine de değer: Bomba küçük, verimi yüksek olur.
Füzyon olayıysa, hidrojen ya da hidrojenin izotopları olan döteryum ve trityum çekirdeklerinin birleşmesine dayalıdır. Bu çekirdeklerin kaynaşması, birim ağırlık başına fisyondan bile daha fazla enerji açığa çıkarır. O kadar ki, 1 gram hidrojen yaklaşık 50 ton kömüre eşdeğerdir. Ancak, çekirdeklerin kaynaştırılabilmeleri için, çok yüksek hızlarla çarpıştırılmaları gerekir. Yeterince yüksek sıcaklıktaki hidrojen gazında, her bir yöne doğru hareket etmekte olan atomlar, yeterince yüksek sıcaklıktaki hidrojen gazında, her bir yöne doğru hareket etmekte olan atomlar, yeterince yüksek hızlarla çarpışıp kaynaşabilirler. Nitekim güneşin merkezindeki sıcaklık 15 milyon dereceyi buluyor ve buradaki hidrojen çekirdekleri, yüksek basıncında yardımıyla füzyona uğrayarak, güneşe ışıdığı enerjiyi sağlıyorlar. Ancak, yeryüzünde basınç çok daha düşük olduğundan, hidrojenin füzyonu için gereken sıcaklık çok daha yüksek ve 100 milyon derecenin üstüne çıkılması gerekiyor. Bu yüzden “hidrojen bombasının” yapımında, füzyonu biraz daha kolay olan döteryumla trityum tercih edilir.
Döteryum normal sudaki hidrojen atomları arasında, 1/66 oranında bulunuyor ve fiziko kimyasal yöntemlerle ayrıştırılabiliyor. Trityum’sa Li-6 (lityum) izotopunun nötron bombardımanına tabi tutularak, helyum ve trityuma parçalanmasıyla elde edilebilir. Ancak tirtyum; normal şartlar altında uçucu, kaçıcı bir gaz. Hem de, görece kısa bir yarılanma ömrüyle kendiliğinden bozunuyor. Dolayısıyla, önceden üretilip saklanması yerine, kullanımının hemen öncesinde ve sırasında üretimi tercih ediliyor. Bu amaçla döteryum lityum’la karıştırılır ve her ikisi birlikte, strofor ambalaj malzemesiyle kaplanır. Patlama anı geldiğinde, lityum nötron bombardımanına tabi tutularak trityum üretilir, bu trityumlar da, içerdeki döteryumlarla çarpışıp füzyona yol açarlar. Ancak; lityumun bombardımanı için nötronlar, füzyon için de yüksek sıcaklıklar gerekir. Bunlarsa ‘birincil’ denilen bir uranyum ya da Plütonyum bombasının patlatılmasıyla elde edilir. Bu bombanın ürettiği ısınma etkisi, yani termal şok, görece yavaş yayılır ve füzyon düzeneğine ulaşana kadar, düzeneğin dağılması olasılığı belirir. Hâlbuki yayınlanan gama ışınları ışık hızıyla hareket eder. Ve strafor bunları emerek, içindeki karışımın ısınmasını sağlar. Bir yandan da, birincil bombanın basınç şoku füzyon karışımını dışarıdan ve her yandan homojen bir şekilde sıkıştırır, yaydığı nötronlar lityumu parçalayıp trityum açığa çıkarırlar. Karışımın sıcaklığı 100 milyon derecenin üstüne çıktığında , ‘ikincil’ füzyon bombası devreye girmiştir.
HAMAM BÖCEKLERİ RADYASYONA DAYANABİLİYORMU?
Radyasyon ışınları DNA’ya zarar vererek kansere yol açıyor. Bu zararlı ışınların çok azı bile insan sağlığına zararlı. Oysa hamamböcekleri, radyasyon ışınlarının bir türü olan alfa ışınlarına karşı oldukça dayanıklı. Hamam böceklerinin kitinden oluşan dış vücut örtüleri, radyoaktif alfa ışınlarını bloke etme özelliğine sahip. Ancak diğer radyoaktif ışımalar için aynı şey geçerli değil. Yani, hamam böcekleri çok yüksek miktarlarda radyasyona karşı direnç gösterebiliyorlar, ancak radyasyona karşı tamamen dirençli değiller.
Böcek bilimciler, yaptıkları bazı çalışmalarla, hamam böceklerinin radyasyona direnç miktarını sayılara dökmeyi de başarmışlar. Buna göre, normal bir insanın dayanabileceği güvenli radyasyon üst sınırı 5 rem iken, insanlar için öldürücü doz 800 rem olarak kabul ediliyor. Hamam böceklerindeyse, türe bağlı olarak öldürücü dozun 67.500-105.000 arasında değişebildiği görülmüş. Bu değer, neredeyse termonükleer bir patlamaya eşdeğer.
Analitik düşünüyor ama kafası olmadan 9 gün yaşayabiliyor
Radyasyon atom içindeki hareketlenmelerden kaynaklanıyor. Maddeyi oluşturan atom, proton ve nötronlardan oluşan bir çekirdek ve çekirdeğin etrafında dönen elektronlardan oluşuyor. Eğer herhangi bir maddenin atom çekirdeğindeki nötronların sayısı proton sayısından fazla ise çekirdekte kararsızlık oluşuyor ve fazla nötronlar parçalanıyor. Bu parçalanma sırasında ortaya alfa, beta, gama adı verilen ve çıplak gözle görülmeyen ışınlar oluşuyor. Bu ışınlara da “radyasyon” deniyor.
6 farklı familyada yaklaşık 3 bin 500 türü bulunan hamam böcekleri, 2 bin metreden daha yüksek yerler ve kutup bölgeleri dışında, dünyanın her yerinde yaşayabiliyor. Çok dayanıklı olan bu böcekler, genellikle her şeyi yiyor. Ve sıkı durun, bir söylentiye göre kafaları kopsa bile, açlıktan ölmeden önce yaklaşık 9 gün yaşıyor. Dahası yeryüzünün en eski canlılarından olan hamam böcekleri, karar verirken analitik düşünebiliyor ve kararlarını geçmişte kazandığı tecrübelere göre şekillendirebiliyor.
Böcek bilimciler, yaptıkları bazı çalışmalarla, hamam böceklerinin radyasyona direnç miktarını sayılara dökmeyi de başarmışlar. Buna göre, normal bir insanın dayanabileceği güvenli radyasyon üst sınırı 5 rem iken, insanlar için öldürücü doz 800 rem olarak kabul ediliyor. Hamam böceklerindeyse, türe bağlı olarak öldürücü dozun 67.500-105.000 arasında değişebildiği görülmüş. Bu değer, neredeyse termonükleer bir patlamaya eşdeğer.
Analitik düşünüyor ama kafası olmadan 9 gün yaşayabiliyor
Radyasyon atom içindeki hareketlenmelerden kaynaklanıyor. Maddeyi oluşturan atom, proton ve nötronlardan oluşan bir çekirdek ve çekirdeğin etrafında dönen elektronlardan oluşuyor. Eğer herhangi bir maddenin atom çekirdeğindeki nötronların sayısı proton sayısından fazla ise çekirdekte kararsızlık oluşuyor ve fazla nötronlar parçalanıyor. Bu parçalanma sırasında ortaya alfa, beta, gama adı verilen ve çıplak gözle görülmeyen ışınlar oluşuyor. Bu ışınlara da “radyasyon” deniyor.
6 farklı familyada yaklaşık 3 bin 500 türü bulunan hamam böcekleri, 2 bin metreden daha yüksek yerler ve kutup bölgeleri dışında, dünyanın her yerinde yaşayabiliyor. Çok dayanıklı olan bu böcekler, genellikle her şeyi yiyor. Ve sıkı durun, bir söylentiye göre kafaları kopsa bile, açlıktan ölmeden önce yaklaşık 9 gün yaşıyor. Dahası yeryüzünün en eski canlılarından olan hamam böcekleri, karar verirken analitik düşünebiliyor ve kararlarını geçmişte kazandığı tecrübelere göre şekillendirebiliyor.
BİRA NASIL BULUNMUŞTUR?
Bira, eski ismiyle arpasuyu, insanlığın çok eskiden beri kullandığı hafif alkollü bir içecektir ve tarihi sekiz-on bin yıllık bir geçmişe uzanır. Biracılığın çıkış noktası Sümer, Babil ve Eski Mısır olarak kabul edilmektedir. Bira ile ekmeğin tarihi de birçok yönden kesişir. Mezopotamya uygarlıklarının kalıntılarında günümüzden altı-yedi binyıl öncesine ait bira ve ekmek yapımına ilişkin belgelere rastlanır.
Bu dönemlerde bira imalathaneleri ve ekmek fırınlarının yan yana bulunduğu tespit edilmiştir. Bira hammaddesi olarak “malt ekmeği” su ile ezilip bulamaç haline getirildikten sonra fermantasyona bırakılır. İlk biraların bozaya benzerliği dikkat çeker; bulanık ve köpüksüzdürler. Maltın elde edilmesinde esas olarak arpa kullanılmasına rağmen, eski biralar farklı tahıllardan da üretilirdi. Bugünkü anlamında ise bira Avrupa kökenlidir.
Antik Kültürlerde Bira
Mısırlılar’da arpadan yapılan bira ulusal bir içkidir. Eski Mısır’da biranın adı “heget”tir. Ekmekle birlikte günlük gıda olan bira, aynı zamanda para ve asgari ücret ölçüsüdür.
İki sürahi bira, bir günlük asgari ücrettir. Sekiz farklı bira çeşidini ifade eden kelimelere sahip olan Mısırlılar esmer, siyah, tatlı neter (kuvvetli) bira dahil, farklı çeşitler üretmişlerdir. Dini amaçlarla da yapılan bira, çeşitli tanrı ve tanrıçalara sunulur.
Babil’de Bira
M.Ö. 4300’e ait Babil belgelerinde de biradan söz edilir. Babilliler’in (Keldaniler) buğday, siyah ve beyaz arpa ile bal kullanarak 20 çeşit bira ürettikleri ve hatta Mısır’a ihraç ettikleri bilinir. Biracılık sanatında usta olan Babilliler birayı buğday, siyah ve beyaz arpa ile baldan yapmışlardır.
Evlerde üretilen bira, “bit sikari” (bira dükkânı) denen mekânlarda satılırdı. Ünlü “Hammurabi Yasaları”nda, birayla doğrudan ilgili maddeler vardır. M.Ö. 1780’den gelen bu kayıtlara göre; bira içen müşterisinden fazla ücret isteyen satıcı, suda boğdurularak cezalandırılmıştır. Yine aynı kayıtlarda, günlük ücretler -işçiye 2 litre, sivil görevliye 3 litre, yüksek yöneticiye 5 litre bira verilmesi gibi- bira ölçüsüyle belirlenir.
Sümerler’de Bira
Sümer kültüründe bira, ekmek kadar önemli bir besindi; ayrıca rahatlama ve sağlık amacıyla da kullanılırdı. M.Ö. 3000 yıllarında yazılan Gılgamış Destanı’nda biradan söz edilir. Sümerlerde bira anlamına gelen “sikaru”, tanrılara sunulan “sıvı ekmek”tir. Sümer mitolojisinde İçki Tanrıçası, hatta Bira Tanrıçası vardır; M.Ö. 1880’de Tanrıça’ya ithafen yazılmış şiirde, bira yapımının tüm aşamalarından söz edilir.
Hamuru yoğuran sizsiniz, büyük bir kürekle
Bulamacı hurmalı balla çukurda karıştıran
Filizlenen maltı sulayan sizsiniz
Pişmiş lapayı saz hasırlara yayan sizsiniz
Toplayıcı fıçıdan süzülen birayı döken sizsiniz.
Yine Sümerler’e ait tabletler arasında, bira alışverişine ait yedi belge mevcuttur.
18. yy’da su yerine bira içerlermiş
18. yüzyılda daha içme suyu yokken insanlar içindeki alkolden dolayı, sudan daha temiz olması sebebiyle su yerine bira içerlermiş. Özellikle içme suyuna hasret denizciler, gemide biradan başka bir şey içmezlermiş ama Britanya gemileri, Hindistan’a giderken Ekvator’u iki defa geçtikleri için içlerinde barındırdıkları biraları sıcaktan ve bakterilerden içilmeyecek hale gelirlermiş. Bu yüzden bira üreticileri buna bir çözüm aramaya başlamışlar ve çözümü bulan Bass Birahanesi olmuş. Bass Birahanesi, Pale Ale diye bilinen yüksek alkollü ve içinde bol miktarda malt olduğundan bakterileri öldüren bir bira üretmiş. Bu bir devrim olarak nitelendirilmiş. Hatta Napolyon bile Fransa’da bir Bass fabrikası açmayı planlamış.
Bu dönemlerde bira imalathaneleri ve ekmek fırınlarının yan yana bulunduğu tespit edilmiştir. Bira hammaddesi olarak “malt ekmeği” su ile ezilip bulamaç haline getirildikten sonra fermantasyona bırakılır. İlk biraların bozaya benzerliği dikkat çeker; bulanık ve köpüksüzdürler. Maltın elde edilmesinde esas olarak arpa kullanılmasına rağmen, eski biralar farklı tahıllardan da üretilirdi. Bugünkü anlamında ise bira Avrupa kökenlidir.
Antik Kültürlerde Bira
Mısırlılar’da arpadan yapılan bira ulusal bir içkidir. Eski Mısır’da biranın adı “heget”tir. Ekmekle birlikte günlük gıda olan bira, aynı zamanda para ve asgari ücret ölçüsüdür.
İki sürahi bira, bir günlük asgari ücrettir. Sekiz farklı bira çeşidini ifade eden kelimelere sahip olan Mısırlılar esmer, siyah, tatlı neter (kuvvetli) bira dahil, farklı çeşitler üretmişlerdir. Dini amaçlarla da yapılan bira, çeşitli tanrı ve tanrıçalara sunulur.
Babil’de Bira
M.Ö. 4300’e ait Babil belgelerinde de biradan söz edilir. Babilliler’in (Keldaniler) buğday, siyah ve beyaz arpa ile bal kullanarak 20 çeşit bira ürettikleri ve hatta Mısır’a ihraç ettikleri bilinir. Biracılık sanatında usta olan Babilliler birayı buğday, siyah ve beyaz arpa ile baldan yapmışlardır.
Evlerde üretilen bira, “bit sikari” (bira dükkânı) denen mekânlarda satılırdı. Ünlü “Hammurabi Yasaları”nda, birayla doğrudan ilgili maddeler vardır. M.Ö. 1780’den gelen bu kayıtlara göre; bira içen müşterisinden fazla ücret isteyen satıcı, suda boğdurularak cezalandırılmıştır. Yine aynı kayıtlarda, günlük ücretler -işçiye 2 litre, sivil görevliye 3 litre, yüksek yöneticiye 5 litre bira verilmesi gibi- bira ölçüsüyle belirlenir.
Sümerler’de Bira
Sümer kültüründe bira, ekmek kadar önemli bir besindi; ayrıca rahatlama ve sağlık amacıyla da kullanılırdı. M.Ö. 3000 yıllarında yazılan Gılgamış Destanı’nda biradan söz edilir. Sümerlerde bira anlamına gelen “sikaru”, tanrılara sunulan “sıvı ekmek”tir. Sümer mitolojisinde İçki Tanrıçası, hatta Bira Tanrıçası vardır; M.Ö. 1880’de Tanrıça’ya ithafen yazılmış şiirde, bira yapımının tüm aşamalarından söz edilir.
Hamuru yoğuran sizsiniz, büyük bir kürekle
Bulamacı hurmalı balla çukurda karıştıran
Filizlenen maltı sulayan sizsiniz
Pişmiş lapayı saz hasırlara yayan sizsiniz
Toplayıcı fıçıdan süzülen birayı döken sizsiniz.
Yine Sümerler’e ait tabletler arasında, bira alışverişine ait yedi belge mevcuttur.
18. yy’da su yerine bira içerlermiş
18. yüzyılda daha içme suyu yokken insanlar içindeki alkolden dolayı, sudan daha temiz olması sebebiyle su yerine bira içerlermiş. Özellikle içme suyuna hasret denizciler, gemide biradan başka bir şey içmezlermiş ama Britanya gemileri, Hindistan’a giderken Ekvator’u iki defa geçtikleri için içlerinde barındırdıkları biraları sıcaktan ve bakterilerden içilmeyecek hale gelirlermiş. Bu yüzden bira üreticileri buna bir çözüm aramaya başlamışlar ve çözümü bulan Bass Birahanesi olmuş. Bass Birahanesi, Pale Ale diye bilinen yüksek alkollü ve içinde bol miktarda malt olduğundan bakterileri öldüren bir bira üretmiş. Bu bir devrim olarak nitelendirilmiş. Hatta Napolyon bile Fransa’da bir Bass fabrikası açmayı planlamış.
KAN TAHLİLİ NASIL YAPILIR?
Kan Tahlili tercihen sabah aç karına alınan kandan yapılır. Alınan kan istenen tahlilin cinsine göre farklı tüplere koyulur ve tahlili çalışacak ilgili laboratuara gönderilir. Örnek vermek gerekirse Kan sayım tahlili pıhtılaşmayı önleyen bir madde bulunan özel tüplerde alınmış kanla yapılır. Aynı şekilde Sedimentasyon, APTT ve PT dediğiniz pıhtılaşma fonksiyonlarını araştıran tahliller için alınan kanlar da pıhtılaşmayı önleyen kimyasal maddelerin bulunduğu tüplere koyularak tahlile gönderilir. Bu tahlilleri çalışacak laboratuar gelen kanların pıhtılaşmamış olmasına çok dikkat etmelidir. Aksi takdirde pıhtılaşmış kanla yapılan Hemgram (Tam Kan Sayımı), Sedimentasyon ve PTZ, APTT tahlilleri yanlış sonuçlar çıkmasına yol açmaktadır.
Genel Biyokimya Tahlili dediğimiz Glikoz (Şeker), kolesterol, trigliserit, üre, kreatin gibi rutin biyokimyasal incelemeler ve Hormonla ilgili testler ise boş ve katkısız tüplere koyularak tahlil için laboratuara gönderilir. Aynı şekilde tümörü olan veya tümör şüpheli hastalara yapılan Tümör Belirteç testleri de katkısız tüplerle çalışmaya alınır. Bu tahliller için alınan kanın laboratuvara gönderilmesinde, tüpte bulunan kanın pıhtılaşmış olmasının hiçbir sakıncası yoktur. Laboratuara gelen içi kan dolu tüpler, santrifüj denen yüksek devirli cihazlarla uygun sürelerde çevrilerek, tüpte bulunan kanın şekilli elemanları çöktürülür, ve tüpün üstünde kalan serum dediğimiz sıvıdan alınan örnekle kan tahlili yapılır.
Günümüzde kan tahlilleri modern cihazlarla ve tahlil sırasında çoğunlukla el değmeden otomatik olarak yapılmaktadır. Bilgisayar teknolojisinin ilerlemesiyle birlikte birçok hastanede tahliller yapıldıktan sonra kâğıda basmadan doğrudan doktorun bilgisayar ekranından sonuçlar görülmektedir.
Genel Biyokimya Tahlili dediğimiz Glikoz (Şeker), kolesterol, trigliserit, üre, kreatin gibi rutin biyokimyasal incelemeler ve Hormonla ilgili testler ise boş ve katkısız tüplere koyularak tahlil için laboratuara gönderilir. Aynı şekilde tümörü olan veya tümör şüpheli hastalara yapılan Tümör Belirteç testleri de katkısız tüplerle çalışmaya alınır. Bu tahliller için alınan kanın laboratuvara gönderilmesinde, tüpte bulunan kanın pıhtılaşmış olmasının hiçbir sakıncası yoktur. Laboratuara gelen içi kan dolu tüpler, santrifüj denen yüksek devirli cihazlarla uygun sürelerde çevrilerek, tüpte bulunan kanın şekilli elemanları çöktürülür, ve tüpün üstünde kalan serum dediğimiz sıvıdan alınan örnekle kan tahlili yapılır.
Günümüzde kan tahlilleri modern cihazlarla ve tahlil sırasında çoğunlukla el değmeden otomatik olarak yapılmaktadır. Bilgisayar teknolojisinin ilerlemesiyle birlikte birçok hastanede tahliller yapıldıktan sonra kâğıda basmadan doğrudan doktorun bilgisayar ekranından sonuçlar görülmektedir.
BAROMETRE NEDİR? NASIL ÇALIŞIR?
Evangelista Torricelli 15 Ekim 1608′de İtalyanın Feanza şehrinde doğdu, 5 Ekim 1647 in Floransa’da öldü. Açık hava basıncı üzerine yaptığı deneyleriyle tanınan ünlü İtalyan fizik ve matematik bilginidir.
Çocukluğunda matematiğe olan merakıyla dikkatleri çekti. 1627′de Roma’ya giderek, hidrolik biliminin kurucusu ve Galilei’nin talebesi olan Benedetto Castelli ile birlikte çalıştı. 1641′de Galilei ile mektuplaşmaya başladı. Aynı sene, Castelli nin tavsiyesi üzerine Galile, Torricelli’yi Tuscany’ye davet etti. Galile ile görüştükten birkaç hafta sonra, Galilei ölünce, Tuscany büyük dükü Torricelli’yi onun makamına tayin etti. 1644 yılında geometri ve mekanik üzerinde bir kitap yayınladı. Matematik sahasında mühim bir boşluğu dolduran bu kitapta aynı zamanda Galile’nin mekanik üzerindeki ilk çalışması, birbirine bağlı cisimlerin ortak ağırlık merkezleri aşağıya doğru hareket ederken, ani hareket edebilecekleri prensibi bir neticeye bağlanıyordu.
Torricelli, suyun yerine, ondan on üç buçuk defa daha ağır olan civayı (sıvı maden) koymayı akıl etti, bu sayede sütunun yüksekliği aynı oranda kısalmış oldu. Böylece Torricelli ilk barometreyi gerçekleştirdi; bir ucu tıkalı ve içi civa dolu cam bir boru. Bu boru başaşağı çevrilip açık ucu gene civayla dolu bir küvete daldırılır. Borudaki civanın bir kısmı küvete akar ve civa sütunu borunun içinde aşağı yukarı 760 milimetreye kadar iner. O zaman civanın ağırlığı, atmosfer basıncı ile eşdeğer olur. Basınçtan faydalanarak, civa doldurulmuş tüplerle yaptığı deneyler neticesinde, deniz seviyesinde 1cm²ye düşen basıncı 1033 gr/cm² olarak tespit etti. Geometri ve mekanik alanındaki fikirlerini ise ilk önceleri kimse önemsemedi. Torricelli aynı zamanda hocası Galile’nin teleskobunu ve kendi mikroskobunu geliştirmeye uğraştı.
1643 Torricelli, hava basıncını ölçmek için şimdi cıvalı barometre denilen cihaz icat etti.
Aynı dönemde, Blaise Pascal, yükselti’yi ölçmek için barometreden yararlanmayı düşündü. Atmosferin ağırlığı, borunun içindeki civanın yüksekliğini belirlediğine göre, bu yükseklik, bir dağın tepesinde azalacaktır; dağın tepesinde, hava tabakasının yüksekliği deniz düzeyine göre daha az olduğundan ağırlığı da daha az olacaktır. Buna göre civa sütununun yüksekliği, hangi yükseltide bulunduğumuzu gösterir: altimetre’nin (yükseltiölçer) esası budur.
Daha sonra, atmosferdeki değişmelerin, atmosfer ağırlığını azaltıp çoğaltmakla civa sütununun yüksekliğini değiştirdiği anlaşıldı. Böylece barometre işaretlerine bakılarak hava değişikliği’nin tahmini öğrenilmiş oldu; buna göre deniz düzeyinde, 760 milimetre yükseklikteki civa, «güzel hava» belirtisidir. Atmosfer basıncı, havası boşaltılmış kutular olan madeni barometre’lerle de ölçülebilir.
Nasıl Çalışır?
Tekerlekli Barometre Çalışma Diyagramı
Artan hava basıncı civa sütununu hareket ettirir ve sol kolda yükselmesini sağlar. Bu esnada sağ koldaki civa seviyesi de düşer. Çok az hafif olan ağırlık civa üzerinde yüzer ve onunla beraber yükselir. Ağırlık ve karşı ağırlığa bağlı ip ve makara aynı bir palanga düzeneği gibi çalışır ve birlikte hareket derler. Hava basıncı yükseldikçe denge bozulur ve civa yükselir, hava basıncı düştükçe yine denge bozulur ve civa seviyesi alçalır. Bu sayede net ve kesin bir ölçüm yapılır.
Çubuk Barometre
Çubuk barometrenin çalışma prensibi çok basittir. Açık olan sağ hazneye uygulanan hava basıncı deniz seviyesinde en yüksek basıncı alır ve sol koldaki akışkan seviyesi artar. Sol koldaki boşluk mutlaka vakum olmalıdır. Orada eğer bir gaz olursa, sıkıştıkça basıncı yükselir ve itmeye başlar. Bu da ölçümün gerçek değerinin altında gözükerek yanlış çıkmasına neden olur.
Aneroid Barometre
Vakum kapsülü ‘a’ hava basıncı değişimiyle çok ufak ilerlemeyle ‘b’ yayına hareketi taşır. Ufak bir kaldıraç olan ‘c’ , bu hareketi kuvvetlendirerek ufak zincir ‘d’ aracılığıyla ‘e’ makarasına iletir. Makara üzerine konumlanmış ‘f’ gösterge çubuğu ve ‘g’ dengeleyicisi sayesinde en doğru sonucu gösterir.
Çocukluğunda matematiğe olan merakıyla dikkatleri çekti. 1627′de Roma’ya giderek, hidrolik biliminin kurucusu ve Galilei’nin talebesi olan Benedetto Castelli ile birlikte çalıştı. 1641′de Galilei ile mektuplaşmaya başladı. Aynı sene, Castelli nin tavsiyesi üzerine Galile, Torricelli’yi Tuscany’ye davet etti. Galile ile görüştükten birkaç hafta sonra, Galilei ölünce, Tuscany büyük dükü Torricelli’yi onun makamına tayin etti. 1644 yılında geometri ve mekanik üzerinde bir kitap yayınladı. Matematik sahasında mühim bir boşluğu dolduran bu kitapta aynı zamanda Galile’nin mekanik üzerindeki ilk çalışması, birbirine bağlı cisimlerin ortak ağırlık merkezleri aşağıya doğru hareket ederken, ani hareket edebilecekleri prensibi bir neticeye bağlanıyordu.
Torricelli, suyun yerine, ondan on üç buçuk defa daha ağır olan civayı (sıvı maden) koymayı akıl etti, bu sayede sütunun yüksekliği aynı oranda kısalmış oldu. Böylece Torricelli ilk barometreyi gerçekleştirdi; bir ucu tıkalı ve içi civa dolu cam bir boru. Bu boru başaşağı çevrilip açık ucu gene civayla dolu bir küvete daldırılır. Borudaki civanın bir kısmı küvete akar ve civa sütunu borunun içinde aşağı yukarı 760 milimetreye kadar iner. O zaman civanın ağırlığı, atmosfer basıncı ile eşdeğer olur. Basınçtan faydalanarak, civa doldurulmuş tüplerle yaptığı deneyler neticesinde, deniz seviyesinde 1cm²ye düşen basıncı 1033 gr/cm² olarak tespit etti. Geometri ve mekanik alanındaki fikirlerini ise ilk önceleri kimse önemsemedi. Torricelli aynı zamanda hocası Galile’nin teleskobunu ve kendi mikroskobunu geliştirmeye uğraştı.
1643 Torricelli, hava basıncını ölçmek için şimdi cıvalı barometre denilen cihaz icat etti.
Aynı dönemde, Blaise Pascal, yükselti’yi ölçmek için barometreden yararlanmayı düşündü. Atmosferin ağırlığı, borunun içindeki civanın yüksekliğini belirlediğine göre, bu yükseklik, bir dağın tepesinde azalacaktır; dağın tepesinde, hava tabakasının yüksekliği deniz düzeyine göre daha az olduğundan ağırlığı da daha az olacaktır. Buna göre civa sütununun yüksekliği, hangi yükseltide bulunduğumuzu gösterir: altimetre’nin (yükseltiölçer) esası budur.
Daha sonra, atmosferdeki değişmelerin, atmosfer ağırlığını azaltıp çoğaltmakla civa sütununun yüksekliğini değiştirdiği anlaşıldı. Böylece barometre işaretlerine bakılarak hava değişikliği’nin tahmini öğrenilmiş oldu; buna göre deniz düzeyinde, 760 milimetre yükseklikteki civa, «güzel hava» belirtisidir. Atmosfer basıncı, havası boşaltılmış kutular olan madeni barometre’lerle de ölçülebilir.
Nasıl Çalışır?
Tekerlekli Barometre Çalışma Diyagramı
Artan hava basıncı civa sütununu hareket ettirir ve sol kolda yükselmesini sağlar. Bu esnada sağ koldaki civa seviyesi de düşer. Çok az hafif olan ağırlık civa üzerinde yüzer ve onunla beraber yükselir. Ağırlık ve karşı ağırlığa bağlı ip ve makara aynı bir palanga düzeneği gibi çalışır ve birlikte hareket derler. Hava basıncı yükseldikçe denge bozulur ve civa yükselir, hava basıncı düştükçe yine denge bozulur ve civa seviyesi alçalır. Bu sayede net ve kesin bir ölçüm yapılır.
Çubuk Barometre
Çubuk barometrenin çalışma prensibi çok basittir. Açık olan sağ hazneye uygulanan hava basıncı deniz seviyesinde en yüksek basıncı alır ve sol koldaki akışkan seviyesi artar. Sol koldaki boşluk mutlaka vakum olmalıdır. Orada eğer bir gaz olursa, sıkıştıkça basıncı yükselir ve itmeye başlar. Bu da ölçümün gerçek değerinin altında gözükerek yanlış çıkmasına neden olur.
Aneroid Barometre
Vakum kapsülü ‘a’ hava basıncı değişimiyle çok ufak ilerlemeyle ‘b’ yayına hareketi taşır. Ufak bir kaldıraç olan ‘c’ , bu hareketi kuvvetlendirerek ufak zincir ‘d’ aracılığıyla ‘e’ makarasına iletir. Makara üzerine konumlanmış ‘f’ gösterge çubuğu ve ‘g’ dengeleyicisi sayesinde en doğru sonucu gösterir.
DAKTİLO NASIL ÇALIŞIR?
Daktilo, bir klavye aracılığıyla harekete getirilen harfleri mürekkepli bir sistem yardımıyla kâğıda basarak yazı yazan makine. İlk yapılışı 1829′da Teroitli William Austin Burt tarafından gerçekleştirildi. Tipograf adı verilen bu makine elden daha yavaş yazıyordu. Bundan sonraki denemeler pek başarılı olamadı. Aradan 40 yıl geçtikten sonra Sholes 1868′de ilk pratik daktiloyu yaptı. Remington’un 1878′de yaptığı daktilo ise bir dikiş makinesinin üzerine yerleştirilmişti. Şaryo dikiş makinesinin pedalına benzeyen bir pedalla döndürülüyordu. Makine ise silik ve büyük harf yazabiliyordu. Bu mahsurlarının yanında büyük ve pahalı olması piyasaya sürülmesine engel oldu. Remington, Royal Smith gibi Amerikan firmaları yanında İtalyan Underwood-Olivetti, Alman Olympia, Adler ve Triumph ve İsveç Facit firmaları da daktiloların yapımında görülen çeşitli kusurları yavaş yavaş düzelterek bugün kullanılan daktiloya benzeyen makineler yaptılar. Sholes’in yaptığı makineyı inceleyen Thomas Edison, elektrikle çalışabileceğini söyleyerek üzerinde çalışmaya başladı. Edison, çubuğun elektromıknatısla hareket ettiği elektrikli daktilo makinesi yaparak 1872′de patentini aldı. Çeşitli deneme ve üzerinde yapılan çalışmalardan sonra 1930 yılında seri halde elektrikli makinelerin satışına başlandı. Piyasada tutunması, seri iş yapması bunun üzerinde firmaların çalışmasını sağladı.
Mekanik daktilo
Elektriksiz olup, mekanik olarak çalışırlar. Parmakla kuvvetle tuşa vurulunca, kaldıraç tertibatıyla tuşun bağlı olduğu harf kalkar ve şeride vurur. Şerit de sarılı olan kâğıt üzerinde o harfin izini bırakır. Harfler vuruldukça şaryo otomatik olarak ilerler. Yazının düzgün çıkması şeride, vuruşun kuvvetine, tuşlara iyi basılıp basılmamasına bağlıdır.
Elektrikli daktilo
İşleme prensibi mekanik ile aynıdır. Tuşa asıldığında harfin şeride, dolayısıyla kâğıda vurma işlemi elektrikli olarak gerçekleştirilir. Ancak IBM 1961′de Selectric ismini verdiği modelle harflerin çubukları yerine, harflerin bulunduğu yazı topunu getirdi. Seçilen harfe göre bu yazı topu dönebilerek, kâğıt tarafına ilgili harfi getirebilmektedir. Yazı topunun değiştirilmesiyle değişik türde harfleri kullanmak mümkündür. Elektrikli daktiloların (yazıcıların); kaset şeritli ve silicili, çubuklu elektrikli daktilo, küreli elektrikli daktilo, papatya tipi elektrikli daktilo gibi çeşitleri de vardır.
Mekanik daktilo
Elektriksiz olup, mekanik olarak çalışırlar. Parmakla kuvvetle tuşa vurulunca, kaldıraç tertibatıyla tuşun bağlı olduğu harf kalkar ve şeride vurur. Şerit de sarılı olan kâğıt üzerinde o harfin izini bırakır. Harfler vuruldukça şaryo otomatik olarak ilerler. Yazının düzgün çıkması şeride, vuruşun kuvvetine, tuşlara iyi basılıp basılmamasına bağlıdır.
Elektrikli daktilo
İşleme prensibi mekanik ile aynıdır. Tuşa asıldığında harfin şeride, dolayısıyla kâğıda vurma işlemi elektrikli olarak gerçekleştirilir. Ancak IBM 1961′de Selectric ismini verdiği modelle harflerin çubukları yerine, harflerin bulunduğu yazı topunu getirdi. Seçilen harfe göre bu yazı topu dönebilerek, kâğıt tarafına ilgili harfi getirebilmektedir. Yazı topunun değiştirilmesiyle değişik türde harfleri kullanmak mümkündür. Elektrikli daktiloların (yazıcıların); kaset şeritli ve silicili, çubuklu elektrikli daktilo, küreli elektrikli daktilo, papatya tipi elektrikli daktilo gibi çeşitleri de vardır.
GOOGLE NASIL ÇALIŞIYOR?
Bir ya da birkaç kelimeyi dünyadaki tüm internet siteleri içinde (genelde) 1 saniyeden kısa sürede aramayı becerebilen, bu yetmezmiş gibi tamda aradığımız şeyi karşımıza getiren Google’ın nasıl çalıştığı hakkında pek azımızın bir fikri vardır. Bakalım google bunu nasıl oluyor da mümkün kılıyor? Google’ın alan adı sunucusu (dns) yazılımı tüm dünyadaki şirkete ait ya da kiralanmış bilgisayarlarda çalışır. Bunların tek görevi sorguyu en yakın ve en az meşgul olan Google sunucu kümesine (cluster) a göndermektir. Google Cluster kelimesi Türkçeye salkım ya da kümelerden oluşan bir bütün olarak çevrilebilir. Küçük parçalardan meydana gelen büyük bir yapıyı temsil etmek için kullanılır diyebiliriz. Salkımlar üzüm tanelerinden oluşur ve başlı başına bir şeydir.
Google’ın dehası binlerce ucuz ve yavaş bilgisayarı tek bir süper bilgisayar gibi kullanabilen network yazılımında yatar. Bu sistem salkımı oluşturan küçük bilgisayarların sisteme girip çıkmasına izin verir. Bu sayede eğer küçük bilgisayarlardan biri bozulursa sistemin çalışması sekteye uğramadan tamir edilebilir veya değiştirilebilir. Googlebot, görevi girebildiği bütün siteleri gezmek ve istemediğini belirtmediği sürece yazıların kopyasını alan ve kolay ulaşılabilir olması için “indeks verileri” oluşturan web örümceğidir. Bu örümcekler bir siteden diğerine linkler aracılığı ile geçerler popüler siteleri ve oradaki linkleri yaklaşık her saatte bir indekslerler. Tüm Google clusterlerinin içinde bütün web in toplam üç kopyası vardır. Bu yaklaşık 20 petabyte tutar.(Kulağa küçük geliyor değil mi? Eğer ipodunuzun hafızası 20 petabyte olsaydı tam 200 milyon şarkıyı cebinizde taşıyabilirdiniz.) Clusterlardaki veriler sürekli güncellenir, asla sabit değildir.
Aramalar üzerinde aynı anda çalışılması için web server tarafından onbinlerce makineye gönderilir. Bu markete gidip bir şey istediğinizde yüzlerce görevlinin bir ürün bulup alışveriş sepetinize koymasına benzer.
Googlenin bildiği her şey devasa veritabanlarında saklanır fakat bir bilgisayarın gigabytelarca dosyayı işlemesini beklemek yerine google bu verileri binlerce bilgisayar tarafından taranarak benzer aramalar için indeks verileri oluşturulur. Bunu bir kitapta neyin nerede olduğunu belirten içindekiler sayfasına benzetebiliriz. Bu sayade webin kolayca ulaşılabilir olması sağlanır (bkz google desktop). İndeks serverden gelen verileri linklere ve sıralama algoritmasına göre düzenler ve kullanıcının karşısına çıkarır. Bütün bu işlemler ortalama 0,5 saniye sürer. Peki, google webi nasıl bu kadar kısa sürede arar? Aslında bir sorgu gerçekleştirdiğinizde google webde aramaz. Google zaten veritabanlarına webin 3 kopyasını almış ve kendi özel algoritmaları sayesinde bunları kolayca aranabilir hale getirmiştir.
Bu “program” sayesinde Google hangi sitelerin önemli ve hangilerinin önemsiz olduğunu belirler. Pagerank hakkındaki detayları daha önce milyon sitede yazmıştım. Google’ın web araması özelliklerini bilgisayara taşıyan Google Desktop adlı bir uygulaması var. Tam anlamıyla olmasa da web aramalarını kullanıyor. Bilgisayarınızı kullanmadığınız zamanlarda dosyaları tarayarak indeks verisini oluşturuyor. Bu sayede siz daha aradığınız kelimleri yazarken google bu kelimeleri içeren sonuçları (e-mailler, belgeler, dosyalar, web geçmişi) listeliyor. Yazmaya devam ettikçe sonuçları güncelleyebiliyor.
Google’ın dehası binlerce ucuz ve yavaş bilgisayarı tek bir süper bilgisayar gibi kullanabilen network yazılımında yatar. Bu sistem salkımı oluşturan küçük bilgisayarların sisteme girip çıkmasına izin verir. Bu sayede eğer küçük bilgisayarlardan biri bozulursa sistemin çalışması sekteye uğramadan tamir edilebilir veya değiştirilebilir. Googlebot, görevi girebildiği bütün siteleri gezmek ve istemediğini belirtmediği sürece yazıların kopyasını alan ve kolay ulaşılabilir olması için “indeks verileri” oluşturan web örümceğidir. Bu örümcekler bir siteden diğerine linkler aracılığı ile geçerler popüler siteleri ve oradaki linkleri yaklaşık her saatte bir indekslerler. Tüm Google clusterlerinin içinde bütün web in toplam üç kopyası vardır. Bu yaklaşık 20 petabyte tutar.(Kulağa küçük geliyor değil mi? Eğer ipodunuzun hafızası 20 petabyte olsaydı tam 200 milyon şarkıyı cebinizde taşıyabilirdiniz.) Clusterlardaki veriler sürekli güncellenir, asla sabit değildir.
Aramalar üzerinde aynı anda çalışılması için web server tarafından onbinlerce makineye gönderilir. Bu markete gidip bir şey istediğinizde yüzlerce görevlinin bir ürün bulup alışveriş sepetinize koymasına benzer.
Googlenin bildiği her şey devasa veritabanlarında saklanır fakat bir bilgisayarın gigabytelarca dosyayı işlemesini beklemek yerine google bu verileri binlerce bilgisayar tarafından taranarak benzer aramalar için indeks verileri oluşturulur. Bunu bir kitapta neyin nerede olduğunu belirten içindekiler sayfasına benzetebiliriz. Bu sayade webin kolayca ulaşılabilir olması sağlanır (bkz google desktop). İndeks serverden gelen verileri linklere ve sıralama algoritmasına göre düzenler ve kullanıcının karşısına çıkarır. Bütün bu işlemler ortalama 0,5 saniye sürer. Peki, google webi nasıl bu kadar kısa sürede arar? Aslında bir sorgu gerçekleştirdiğinizde google webde aramaz. Google zaten veritabanlarına webin 3 kopyasını almış ve kendi özel algoritmaları sayesinde bunları kolayca aranabilir hale getirmiştir.
Bu “program” sayesinde Google hangi sitelerin önemli ve hangilerinin önemsiz olduğunu belirler. Pagerank hakkındaki detayları daha önce milyon sitede yazmıştım. Google’ın web araması özelliklerini bilgisayara taşıyan Google Desktop adlı bir uygulaması var. Tam anlamıyla olmasa da web aramalarını kullanıyor. Bilgisayarınızı kullanmadığınız zamanlarda dosyaları tarayarak indeks verisini oluşturuyor. Bu sayede siz daha aradığınız kelimleri yazarken google bu kelimeleri içeren sonuçları (e-mailler, belgeler, dosyalar, web geçmişi) listeliyor. Yazmaya devam ettikçe sonuçları güncelleyebiliyor.
NİÇİN TRAFİK LAMBALARI KIRMIZI, SARI VE YEŞİLDİR?
Trafik ışıklan uygulaması, önceleri demiryollarının trenleri kontrol için uyguladığı sinyaller örnek alınarak başlamıştır. Demiryolları idaresi kırmızı rengi ‘dur’ sinyali olarak seçmişti. Kırmızı renk kan rengi olduğundan asırlar boyu tehlikenin, tahribatın ve ölümün simgesi olmuştur. Demiryolları ilk faaliyete geçtiği 1830’lu yıllarda ‘ikaz’ ışığının rengi yeşil, ‘geç’ ışığının ise beyazdı.
Bir süre sonra beyaz sinyal problem yaratmaya başladı. Beyaz renkli ‘geç’ sinyali diğer sokak lambaları ile karıştırılabiliyordu. Ama daha da kötüsü ‘dur’ işaretlerine konulan kırmızı mercekler yerlerinden düşünce ışık beyazlaşıyor, ‘geç’ sinyali olarak algılanıyor ve kazalara yol açabiliyordu.
Sonunda demiryolcular kırmızıyı ‘dur’, yeşili ‘geç’ san rengi de ‘ikaz’ sinyali olarak kullanmaya başladılar. Bilindiği gibi sarı, renk spektrumu içinde en göz alıcı renktir. Böylece makinist bir sinyalin bulunması gereken yerde beyaz ışığı görürse, bir şeylerin yanlış olduğunu anlıyor ve tedbirini alıyordu.
Karayollarına gelince, yollarda sadece atların ve at arabalarının bulunduğu tarihlerde bile dünyanın büyük şehirlerinde trafik sorundu. İlk trafik lambası otomobillerin ortaya çıkmasından çok önce 1868’de Londra’da kullanıldı. Gazla yakılan ve bir eksen etrafında döndürülebilen kırmızı ve yeşil lambalar bir yıl sonra patlayıp, kendilerini çeviren polisi de yaralayınca bu uygulama ortadan kalktı.
Ama öte yandan otomobillerin ortaya çıkması ve şehirlerde dolaşmaya başlamalarıyla birlikte durum iyice kötüleşti. Çeşitli şehirlerde değişik uygulamalar yapıldı. Demiryollarındaki uygulama örnek alındı ama demiryollarında birbirine paralel iki hat vardı. Bu sistem iki yolun kesiştiği kavşaklarda işe yaramıyordu.
Sonunda günümüzdekilere benzeyen ilk elektrikli otomatik trafik lambasını, ilkokul mezunu ve ABD’deki Cleveland’ da otomobil sahibi ilk siyah olan Garrett Morgan geliştirdi. 1914’de ilk denemelerine başlayan Morgan 1923’de de patentini aldı. Morgan 1963’de ölümünden az önce patentini 40 bin dolara General Electric firmasına sattı.
Morgan’ın lambaları demiryollarına benzer şekilde bir ‘T’ üzerinde kırmızı ve yeşil iki lambadan ibaretti. Çok geçmeden ikaz anlamında sarı lamba da ilave edildi ve uygulama bütün dünyaya süratle yayıldı. Aradan geçen yıllara rağmen sarı renk hala ‘ikaz’ anlamındadır ama günümüz sürücüleri onu ‘geç’ sinyali olarak algılıyorlar.
Bir süre sonra beyaz sinyal problem yaratmaya başladı. Beyaz renkli ‘geç’ sinyali diğer sokak lambaları ile karıştırılabiliyordu. Ama daha da kötüsü ‘dur’ işaretlerine konulan kırmızı mercekler yerlerinden düşünce ışık beyazlaşıyor, ‘geç’ sinyali olarak algılanıyor ve kazalara yol açabiliyordu.
Sonunda demiryolcular kırmızıyı ‘dur’, yeşili ‘geç’ san rengi de ‘ikaz’ sinyali olarak kullanmaya başladılar. Bilindiği gibi sarı, renk spektrumu içinde en göz alıcı renktir. Böylece makinist bir sinyalin bulunması gereken yerde beyaz ışığı görürse, bir şeylerin yanlış olduğunu anlıyor ve tedbirini alıyordu.
Karayollarına gelince, yollarda sadece atların ve at arabalarının bulunduğu tarihlerde bile dünyanın büyük şehirlerinde trafik sorundu. İlk trafik lambası otomobillerin ortaya çıkmasından çok önce 1868’de Londra’da kullanıldı. Gazla yakılan ve bir eksen etrafında döndürülebilen kırmızı ve yeşil lambalar bir yıl sonra patlayıp, kendilerini çeviren polisi de yaralayınca bu uygulama ortadan kalktı.
Ama öte yandan otomobillerin ortaya çıkması ve şehirlerde dolaşmaya başlamalarıyla birlikte durum iyice kötüleşti. Çeşitli şehirlerde değişik uygulamalar yapıldı. Demiryollarındaki uygulama örnek alındı ama demiryollarında birbirine paralel iki hat vardı. Bu sistem iki yolun kesiştiği kavşaklarda işe yaramıyordu.
Sonunda günümüzdekilere benzeyen ilk elektrikli otomatik trafik lambasını, ilkokul mezunu ve ABD’deki Cleveland’ da otomobil sahibi ilk siyah olan Garrett Morgan geliştirdi. 1914’de ilk denemelerine başlayan Morgan 1923’de de patentini aldı. Morgan 1963’de ölümünden az önce patentini 40 bin dolara General Electric firmasına sattı.
Morgan’ın lambaları demiryollarına benzer şekilde bir ‘T’ üzerinde kırmızı ve yeşil iki lambadan ibaretti. Çok geçmeden ikaz anlamında sarı lamba da ilave edildi ve uygulama bütün dünyaya süratle yayıldı. Aradan geçen yıllara rağmen sarı renk hala ‘ikaz’ anlamındadır ama günümüz sürücüleri onu ‘geç’ sinyali olarak algılıyorlar.
DÜNYANIN SONU NASIL OLACAK / BÜYÜK KEHANET
Peki, takvimlerdeki tüm bu sırlar nasıl açığa kavuştu?
Mayalarla ilgili araştırma yapan uzmanlar önce Mayalar’ın zaman ve takvim sistemini çözmeye çalıştılar. Sonra da bunu şu anda kullandığımız Gregorian takvimine uyarlama çalışmaları geldi. Joseph T Goodman’ın çalışması Maya araştırmacılarından Thompson tarafından adapte edilerek de büyük kehanet ortaya çıkarıldı. Buna göre Gregorian takvimiyle MÖ 13 Ağustos 3114 tarihine karşılık gelen “Büyük Devir”in 13 Baktun yani 1872000 gün sürdüğü düşünülürse, şu anda içinde bulunduğumuz çağın MS 22 Aralık 2012 tarihinde sona ereceği hesaplandı.
1872000 sayısı dünyanın kilometre saati mi? Maya rahiplerinin kehanetlerine göre 1872000 sayısı büyük önem taşıyor Çünkü dünyanın döngüsü bu sayıya ulaştığında dünya büyük bir yıkım yaşayacak
2012 son mu başlangıç mı?
Mayalar 2012 için ‘zamanların sonu’ diyor Ancak bu yok oluş anlamında değil fiziksel bir değişim İnsanoğlu dört kez geriledi ve artık değişim zamanı Mayalara göre; 2012 yılı insanlığın yükselişinin başlangıcı olacak
Maya Kehanetleri’ne göre 22 Aralık 2012 tarihi dünya için çok önemli. Çünkü bu dönemde içinde yaşadığımız çağ sona ererek yeni bir çağ başlayacak. Büyük bir tufanla gelecek olan bu yeni çağın ipuçlarını ise bilim adamlarına göre iklimsel değişimler sayesinde şimdiden gözlemleyebiliyoruz. “Beşinci kutupsal kayma” olarak adlandırılan bu değişimde daha önceki değişimlerde olduğu gibi yine kutupların manyetik alanının değişmesiyle meydana geleceğini söyleyen Sınır Ötesi Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmeni Ergun Candan, dünyadaki iklimlerin değişimini de buna bağlıyor. Candan, “Kutuplar yer veya açı değiştirdiğinde kutuplarda buzlar eriyor Kaldı ki, küresel ısınma sonucu şu anda Kuzey Kutbu’ndaki buzullar zaten erimeye başlamış durumda Mayalara göre de daha önce yaşanan dört çağda tıpkı bu şekilde sona erdi” diyor.
Peki, tüm bu bilgiler bilimsel olarak ortaya konup kanıtlandı mı? Dünyanın en az dört kez kutupsal kayma (kuzey ve güney kutbu) yaşadığı bilimsel verilerle kanıtlandı En son Discovery kanalında dünyanın manyetik alanının belirli periyotlarla nasıl değiştiğini bilimsel çevreler açıkladı Hatta bilgisayar ekranındaki üç boyutlu animasyonlarla gösterimi yapıldı Şu anda dünyanın manyetik alanında muazzam bir değişim var Bunun da en büyük nedeni güneşte meydana gelen değişimler İlginç olan Mayalar bunu biliyordu Konunun bir diğer yanı da Mayaların bununla da yetinmeyip, gelecekte tüm insanlığı etkileyecek trajediyi bizlere şifreli bir şekilde duyurmuş olmalarıdır Bu şifreye göre dünya için 2012 yılı çok önemli
Nirvana’ya doğru
Yani bu görüşe göre 2012 yılındadünya yok mu olacak? Mayalar 2012 için ‘zamanların sonu’ diyor. Fakat bu dünyanın top yekûn yok oluşu değil, bir fiziksel değişim. Daha önce yaşanan sanki tufan gibi düşünebiliriz. Bu fiziksel değişimlerle birlikte ruhsal değişimler de birbirleriyle orantılı devam ediyor. Her bir büyük fiziksel değişimlerle birlikte insanlık ruhsal değişimde yaşıyor. Şu ana kadar insanlar aşağıya inişi yaşadı. Birincisinde biraz daha kabalaştı, ikincisinde biraz daha, üçüncüsünde biraz daha. Dördüncünün sonunda tam anlamıyla bir dip yaptı. Bu yüzden 2012’yi Mayalar insanlığın yeniden yukarı çıkışın yaşanacağı bir çağ olarak tanımlıyor. Hatta çeşitli dinler bundan Altın Çağ, vaat edilen cennet veya Nirvana gibi bahseder. 2012’nin önemi burada. Aşağıya inen insanlık tekrar yukarı çıkacaktır. Bunun da ilk basamağı 2012’dir diyor Mayalar.
2012 yılında başlayacak olan bu yukarıya doğru çıkış ne kadar zamanda tamamlanacak? Bildiğimiz kadarıyla bu yukarı çıkış süreci başladı. Belki 2012 bir final olabilir. Bu bir süreç. Ancak tufanla kıyameti birbirine karıştırmamak lazım. Kıyamet ruhsal bir değişim, tufan ise fiziksel bir değişim demektir. Kıyamet hem tasavvufi hem de gizlemli (gizli öğreticilik) anlamda ayağa kalmak ve uyanmak demektir. Bu uyanıştan kastedilen ruhsal aydınlanmadır. Böylelikle dinsel metinlerin içindeki sembollerin anlamları da çözülebilecek ve dinsel metinlerde gizlenen gerçeklerle herkes yüz yüze gelebilecektir
İki Yıllık Hata Payı
22 Aralık 2012 tarihi konusunda hiç şüphe yok mu? Mayaların yakın geleceğimize ilişkin kehanetleri tüm gizlemli bilgilerle örtüşmektedir. Bu nedenle FİLM GERÇEK Mİ OLACAK? Felaketi anlatan The Day After Tomorrow (Yarından Sonra) filmi gösterime girdiği günden beri çok konuşuluyor. Son zamanlardaki belirtiler de acaba mı dedirtiyor. Verilen tarihin önemi çok büyüktür. Ancak bu tarihlemede iki yıllık bir hata payı bulunabileceği de gözardı edilmemelidir. Bunun sebebi Maya Takvimi’nin bizim kullandığımız Gregoryen Takvimi’ne çevrilişinde MÖ 1’den MS 1’e geçilmiş olmasıdır. Aradaki 0 atlanmıştır. Yaptığı araştırmada Astrofizikçi Cotterel de bu konuya dikkatleri çekmiştir.
Bugüne kadar Maylar’ın hangi kehanetleri yerini buldu? Şu anda bilimsel olarak ispat edilen dünyanın dört kez kutup değisimi geçirdiği. Bugün bu durum ispatlanmış durumda. Günümüz insanları bunu yeni keşfetse de, Mayalar bunun farkındaydılar. Bu bile başlı başına önemli bir şey.
Mayalar’la ilgili tüm bu bilgilere nasıl ulaşıldı? Bütün bunlar dünyaca ünlü astro fizikçi Coterelli’nin bilgilerini bir BBC muhabiri Adrian Gilbert’in derlemesi sonucunda dünya kamuoyuna duyurdu. En önemli buluş da eski Maya kenti Palanque’deki Yazıt Tapınağı’nda buldukları mezar taşının kapağındaki şifreyi çözmeleriyle oldu.
Şifre nasıl çözüldü? Sipetriyle ilgili bilgileri çözerek çok önemli sonuçlara ulaştılar. Kapağın üzerindeki şerit motiflerini simetrik bir şekilde yan yana getirdiklerinde ortaya Jaguar ve bunun üzerinde de bir Yarasa sembolünün ortaya çıktığını gördüler. Mayaların sakladıkları bu sembollerin bir anda belirmesi Cotterel’i şaşkına çevirmişti. Çünkü Mayaların mitolojik yazıtlarında Jaguar beşinci yani bizim çağımızı, yarasa ise ölümü sembolize etmekteydi! Kapağın üzerinde açık bir şekilde görülen “Güneş Haçı”nın üzerindeki ilikler ise Güneş’in manyetik iliklerini temsil etmekteydi. Bu da Mayaların gizli mesajıydı Yaşanacak trajedinin sebebi Güneş’te meydana gelecek olan manyetik değişimlerdir!
Mayalarla ilgili araştırma yapan uzmanlar önce Mayalar’ın zaman ve takvim sistemini çözmeye çalıştılar. Sonra da bunu şu anda kullandığımız Gregorian takvimine uyarlama çalışmaları geldi. Joseph T Goodman’ın çalışması Maya araştırmacılarından Thompson tarafından adapte edilerek de büyük kehanet ortaya çıkarıldı. Buna göre Gregorian takvimiyle MÖ 13 Ağustos 3114 tarihine karşılık gelen “Büyük Devir”in 13 Baktun yani 1872000 gün sürdüğü düşünülürse, şu anda içinde bulunduğumuz çağın MS 22 Aralık 2012 tarihinde sona ereceği hesaplandı.
1872000 sayısı dünyanın kilometre saati mi? Maya rahiplerinin kehanetlerine göre 1872000 sayısı büyük önem taşıyor Çünkü dünyanın döngüsü bu sayıya ulaştığında dünya büyük bir yıkım yaşayacak
2012 son mu başlangıç mı?
Mayalar 2012 için ‘zamanların sonu’ diyor Ancak bu yok oluş anlamında değil fiziksel bir değişim İnsanoğlu dört kez geriledi ve artık değişim zamanı Mayalara göre; 2012 yılı insanlığın yükselişinin başlangıcı olacak
Maya Kehanetleri’ne göre 22 Aralık 2012 tarihi dünya için çok önemli. Çünkü bu dönemde içinde yaşadığımız çağ sona ererek yeni bir çağ başlayacak. Büyük bir tufanla gelecek olan bu yeni çağın ipuçlarını ise bilim adamlarına göre iklimsel değişimler sayesinde şimdiden gözlemleyebiliyoruz. “Beşinci kutupsal kayma” olarak adlandırılan bu değişimde daha önceki değişimlerde olduğu gibi yine kutupların manyetik alanının değişmesiyle meydana geleceğini söyleyen Sınır Ötesi Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmeni Ergun Candan, dünyadaki iklimlerin değişimini de buna bağlıyor. Candan, “Kutuplar yer veya açı değiştirdiğinde kutuplarda buzlar eriyor Kaldı ki, küresel ısınma sonucu şu anda Kuzey Kutbu’ndaki buzullar zaten erimeye başlamış durumda Mayalara göre de daha önce yaşanan dört çağda tıpkı bu şekilde sona erdi” diyor.
Peki, tüm bu bilgiler bilimsel olarak ortaya konup kanıtlandı mı? Dünyanın en az dört kez kutupsal kayma (kuzey ve güney kutbu) yaşadığı bilimsel verilerle kanıtlandı En son Discovery kanalında dünyanın manyetik alanının belirli periyotlarla nasıl değiştiğini bilimsel çevreler açıkladı Hatta bilgisayar ekranındaki üç boyutlu animasyonlarla gösterimi yapıldı Şu anda dünyanın manyetik alanında muazzam bir değişim var Bunun da en büyük nedeni güneşte meydana gelen değişimler İlginç olan Mayalar bunu biliyordu Konunun bir diğer yanı da Mayaların bununla da yetinmeyip, gelecekte tüm insanlığı etkileyecek trajediyi bizlere şifreli bir şekilde duyurmuş olmalarıdır Bu şifreye göre dünya için 2012 yılı çok önemli
Nirvana’ya doğru
Yani bu görüşe göre 2012 yılındadünya yok mu olacak? Mayalar 2012 için ‘zamanların sonu’ diyor. Fakat bu dünyanın top yekûn yok oluşu değil, bir fiziksel değişim. Daha önce yaşanan sanki tufan gibi düşünebiliriz. Bu fiziksel değişimlerle birlikte ruhsal değişimler de birbirleriyle orantılı devam ediyor. Her bir büyük fiziksel değişimlerle birlikte insanlık ruhsal değişimde yaşıyor. Şu ana kadar insanlar aşağıya inişi yaşadı. Birincisinde biraz daha kabalaştı, ikincisinde biraz daha, üçüncüsünde biraz daha. Dördüncünün sonunda tam anlamıyla bir dip yaptı. Bu yüzden 2012’yi Mayalar insanlığın yeniden yukarı çıkışın yaşanacağı bir çağ olarak tanımlıyor. Hatta çeşitli dinler bundan Altın Çağ, vaat edilen cennet veya Nirvana gibi bahseder. 2012’nin önemi burada. Aşağıya inen insanlık tekrar yukarı çıkacaktır. Bunun da ilk basamağı 2012’dir diyor Mayalar.
2012 yılında başlayacak olan bu yukarıya doğru çıkış ne kadar zamanda tamamlanacak? Bildiğimiz kadarıyla bu yukarı çıkış süreci başladı. Belki 2012 bir final olabilir. Bu bir süreç. Ancak tufanla kıyameti birbirine karıştırmamak lazım. Kıyamet ruhsal bir değişim, tufan ise fiziksel bir değişim demektir. Kıyamet hem tasavvufi hem de gizlemli (gizli öğreticilik) anlamda ayağa kalmak ve uyanmak demektir. Bu uyanıştan kastedilen ruhsal aydınlanmadır. Böylelikle dinsel metinlerin içindeki sembollerin anlamları da çözülebilecek ve dinsel metinlerde gizlenen gerçeklerle herkes yüz yüze gelebilecektir
İki Yıllık Hata Payı
22 Aralık 2012 tarihi konusunda hiç şüphe yok mu? Mayaların yakın geleceğimize ilişkin kehanetleri tüm gizlemli bilgilerle örtüşmektedir. Bu nedenle FİLM GERÇEK Mİ OLACAK? Felaketi anlatan The Day After Tomorrow (Yarından Sonra) filmi gösterime girdiği günden beri çok konuşuluyor. Son zamanlardaki belirtiler de acaba mı dedirtiyor. Verilen tarihin önemi çok büyüktür. Ancak bu tarihlemede iki yıllık bir hata payı bulunabileceği de gözardı edilmemelidir. Bunun sebebi Maya Takvimi’nin bizim kullandığımız Gregoryen Takvimi’ne çevrilişinde MÖ 1’den MS 1’e geçilmiş olmasıdır. Aradaki 0 atlanmıştır. Yaptığı araştırmada Astrofizikçi Cotterel de bu konuya dikkatleri çekmiştir.
Bugüne kadar Maylar’ın hangi kehanetleri yerini buldu? Şu anda bilimsel olarak ispat edilen dünyanın dört kez kutup değisimi geçirdiği. Bugün bu durum ispatlanmış durumda. Günümüz insanları bunu yeni keşfetse de, Mayalar bunun farkındaydılar. Bu bile başlı başına önemli bir şey.
Mayalar’la ilgili tüm bu bilgilere nasıl ulaşıldı? Bütün bunlar dünyaca ünlü astro fizikçi Coterelli’nin bilgilerini bir BBC muhabiri Adrian Gilbert’in derlemesi sonucunda dünya kamuoyuna duyurdu. En önemli buluş da eski Maya kenti Palanque’deki Yazıt Tapınağı’nda buldukları mezar taşının kapağındaki şifreyi çözmeleriyle oldu.
Şifre nasıl çözüldü? Sipetriyle ilgili bilgileri çözerek çok önemli sonuçlara ulaştılar. Kapağın üzerindeki şerit motiflerini simetrik bir şekilde yan yana getirdiklerinde ortaya Jaguar ve bunun üzerinde de bir Yarasa sembolünün ortaya çıktığını gördüler. Mayaların sakladıkları bu sembollerin bir anda belirmesi Cotterel’i şaşkına çevirmişti. Çünkü Mayaların mitolojik yazıtlarında Jaguar beşinci yani bizim çağımızı, yarasa ise ölümü sembolize etmekteydi! Kapağın üzerinde açık bir şekilde görülen “Güneş Haçı”nın üzerindeki ilikler ise Güneş’in manyetik iliklerini temsil etmekteydi. Bu da Mayaların gizli mesajıydı Yaşanacak trajedinin sebebi Güneş’te meydana gelecek olan manyetik değişimlerdir!
RENKLERİ NASIL GÖRÜRÜZ?
Gözümüze gelen değişik dalga boylarındaki ışığın değişik renkler olarak algılanması karmaşık bir süreçle gerçekleşir. Gözün arkasında bulunan ağtabakadaki hücrelerin bir bölümü olan koni hücreler, değişik renklerin karşılığı olan değişik dalga boylarındaki ışık ışınlarına karşı duyarlıdır. Biçimleri nedeniyle koni hücreler adı verilen bu hücrelerden bazıları kırmızı ışığa, bazıları yeşil ışığa, bazıları da mavi ışığa duyarlıdır. Duyarlı olduğu tür ışıkla uyarılan bir koni hücrede belirli bir kimyasal değişim olur ve bunun sonucunda oluşan elektrik sinyalleri görme sinirleriyle beyne iletilir.
Beyin koni hücrelerden aldığı bu elektrik sinyallerini tam olarak bilmediğimiz bir biçimde çözümleyerek renk dediğimiz algıya dönüştürür.
Renkleri ya da bazı renkleri göremeyen insanlara “renkkörü” denir. Birçok türü ve derecesi olan renkkörlüğünün en çok rastlanan türü kırmızıyla yeşili birbirinden ayırt edememek biçiminde görülür. Renkleri ayırt edebilmek bazı mesleklerde çok önemlidir. Erkeklerde kadınlardan çok daha fazla görülen renkkörlüğü konusunda son yıllarda geniş araştırmalar yapılmaktadır. Kuşlar, arılar, kelebekler ve maymunlar renkleri görebilir. Balıklar ve bazı sürüngenler de renk görebilir; ama kediler, köpekler, domuzlar, atlar, sığırlar ve öbür dört ayaklı hayvanlar renkleri göremez. Bu hayvanlar dünyayı siyah, beyaz ve grinin tonlarında görür.
Beyin koni hücrelerden aldığı bu elektrik sinyallerini tam olarak bilmediğimiz bir biçimde çözümleyerek renk dediğimiz algıya dönüştürür.
Renkleri ya da bazı renkleri göremeyen insanlara “renkkörü” denir. Birçok türü ve derecesi olan renkkörlüğünün en çok rastlanan türü kırmızıyla yeşili birbirinden ayırt edememek biçiminde görülür. Renkleri ayırt edebilmek bazı mesleklerde çok önemlidir. Erkeklerde kadınlardan çok daha fazla görülen renkkörlüğü konusunda son yıllarda geniş araştırmalar yapılmaktadır. Kuşlar, arılar, kelebekler ve maymunlar renkleri görebilir. Balıklar ve bazı sürüngenler de renk görebilir; ama kediler, köpekler, domuzlar, atlar, sığırlar ve öbür dört ayaklı hayvanlar renkleri göremez. Bu hayvanlar dünyayı siyah, beyaz ve grinin tonlarında görür.
HOKUS POKUS VE ABRAKADABRA KELİMELERİ NE ANLAMA GELİR?
Hokus pokus ifadesi ilk defa, Thomas Ady’nin 1655 yılında, hakimler ve kanun adamları, cadılarla büyücüler hakkında karar verirken referans alsınlar, faydalansınlar diye yazdığı, büyü ve büyücülüğün ilmi esasların ele alan A candtle in the Dark (Karanlıkta Bir Mum) isimli kitabıyla kayıtlara geçmiştir. Thomas Ady kitabın bir yerinde Kral James’in saltanatı sırasında devrin meşhur sihirbazı Mr. Hocus Pocus’un yaptığı gösterilerde abuk subuk ve manasız “hocufs pocus” tontus talontus vede celeriter jubeo”sözcüklerini tekrarladığını, gösteriyi zaten şaşkınlıkla izleyen seyircinin aklını ve dikkatini bu şekilde daha da karıştırarak numarasını el çabukluğuyla tamamladığını anlatır.
On sekizinci yüzyılda bazı sihirbazlar başka anlamsız sözcükleri gösterilerini yaparken kullansalar da hokus pokus bu gösterilerde en sık kullanılan sihirli sözcükler olarak yaygınlaşmıştır. Hiçbir anlamı olmadığı düşünülse de yine o tarihlerde İngiltere Başpiskoposu John Tillotson bu ifadenin kaynağına bir açıklık getirdi. Ona göre bu iki kelime, Roma Kilisesi’nin ekmek ve şarabın takdis edilerek Hz. İsa’nın et ve kanına dönüştürülmesi ayininde dua ederken söylenen hocest(enim) corpus(meum) (bu benim vücudum) ifadesinin deforme edilmiş şekliydi.
Abrakadabraya gelirsek; bu kelimenin kökeni antik dönemlere kadar uzanır ve oldukça ciddiye alınan bir sözcüktür. Diş ağrısından sıtmaya kadar ateşli ve iltihaplı hastalıkların tedavisinde kullanılırda ve bir kâğıda yazılıp bir muska gibi hasta kişinin boynuna takılırdı.
Kelimenin kökenini daha eskilere dayandıran birçok farklı görüş de bulunur. Mesela, Gnostik inanışında tanrı için kullanılan ve nümerolojik olarak harflerin değeri toplandığında 365 çıkan Abraksas kelimesinden türediğini ileri sürenler olduğu gibi, Aramice aura kedabra ve İbranice aberah kedaber (söylediğim gibi yaratacağım) veya yine Aramice’de hastalıkların iyileştirilmesinde kullanılan abhadde ked habhra (bu dünya gibi yok ol) ifadelerinden birinden geldiğini savunanlar da vardır.
Sonuç olarak; aslında bu sözcüğün sihirbazlar tarafından neden kullanıldığına dair net bir bilgi yoktur. Belki de gerçekten sadece sihirbazlar tarafından uydurulmuş saçma sapan sözlerdir.
On sekizinci yüzyılda bazı sihirbazlar başka anlamsız sözcükleri gösterilerini yaparken kullansalar da hokus pokus bu gösterilerde en sık kullanılan sihirli sözcükler olarak yaygınlaşmıştır. Hiçbir anlamı olmadığı düşünülse de yine o tarihlerde İngiltere Başpiskoposu John Tillotson bu ifadenin kaynağına bir açıklık getirdi. Ona göre bu iki kelime, Roma Kilisesi’nin ekmek ve şarabın takdis edilerek Hz. İsa’nın et ve kanına dönüştürülmesi ayininde dua ederken söylenen hocest(enim) corpus(meum) (bu benim vücudum) ifadesinin deforme edilmiş şekliydi.
Abrakadabraya gelirsek; bu kelimenin kökeni antik dönemlere kadar uzanır ve oldukça ciddiye alınan bir sözcüktür. Diş ağrısından sıtmaya kadar ateşli ve iltihaplı hastalıkların tedavisinde kullanılırda ve bir kâğıda yazılıp bir muska gibi hasta kişinin boynuna takılırdı.
Kelimenin kökenini daha eskilere dayandıran birçok farklı görüş de bulunur. Mesela, Gnostik inanışında tanrı için kullanılan ve nümerolojik olarak harflerin değeri toplandığında 365 çıkan Abraksas kelimesinden türediğini ileri sürenler olduğu gibi, Aramice aura kedabra ve İbranice aberah kedaber (söylediğim gibi yaratacağım) veya yine Aramice’de hastalıkların iyileştirilmesinde kullanılan abhadde ked habhra (bu dünya gibi yok ol) ifadelerinden birinden geldiğini savunanlar da vardır.
Sonuç olarak; aslında bu sözcüğün sihirbazlar tarafından neden kullanıldığına dair net bir bilgi yoktur. Belki de gerçekten sadece sihirbazlar tarafından uydurulmuş saçma sapan sözlerdir.
HAMAM VE HAMAMIN GENEL ÖZELLİKLERİ
İnsanlar, tarih boyunca yıkanmayı hem dinsel, manevi olarak bir ritüel olarak kullanmışlardır. Bunun yanında da bu ritüel insanların fiziksel olarak temizlemelerine yardımcı olmuştur.
Hamam kültürü Sümerlerde başlayıp zamanımıza kadar tarihin her çağında her medeniyetin süre gelen kültürel bir parçası olmuştur. Sümer Kralı Gılgamış ölümsüzlük otunu bulduktan sonra bir kaynakta yıkanırken gençlik otunu tanrılar çalar. Milattan önce 4000 yılında genç kızlar tanrıyla evlendirilmek için sarı nehre atılırlardı. Hindular tapınaklarını su kenarına yaparlar ve suyu her zaman kutsal görüp, günahlarından arınmak için yıkanırlardı.
Ganj nehrinin kıyısında Benaves tapınağı bunun en iyi örneğidir. Hintliler suyun koruyucu özelliğine inanırlar suyun ruhlarını ve bedenlerini kötülüklerden, pisliklerden arındıklarını törenlerle günümüze kadar süre gelen gelenekler haline getirmişlerdir. Hititler Anadolu’da buna benzer törenleri uygulamışlardı, aynı tarz gelenekleri Mısır tarihinde de görmekteyiz. Museviler hahamları kutsadığı bir havuzda yıkayarak günlerini bitirirlerdi. Hıristiyanlar tüm günahlarının kutsal suda yıkanarak yok olduğuna inanırlar.
Hamam kelimesi Arapça “Hamma” ve İbranice “Hamam” kelimesinden türer. Kelimenin anlamı ise ısıtmak ve sıcak olmak demektir. Tarihte ilk hamam milattan önce 2500 yılında Dravidler tarafından kurulmuştur. Aynı süre içerisinde Hititlerin hamam yaptıkları bilinmektedir.
Eski Türkçede hamam kelimesinin karşıtı “Munça” ya da “Munçaktır”. Hunların, Hazar Türklerinin çok sık yıkandıklarını Türkçede olan çimek, yunak, yıkak, yunuk kelimelerinden bilmekteyiz. Hamamın Asur’da eski İsrail krallıklarında sık kullanıldığı ve günümüze kadar gelen Şita havuzlarını bilmekteyiz. Klasik Yunan’dan günümüze kadar gelmekte olan tipik hamam mimarisinin başlangıcını görmekteyiz.
Bu mimari Roma ve Bizans zamanında daha gelişerek kendine özgün bir tarz almıştır ve Osmanlıda bu mimari gelişerek Türk hamamının stiline ulaşmıştır. Yunanlılarda spor, su, yıkanmak en önemli sosyal aktivelarden bitanesiydi. Roma’da çok büyük genel hamamlar yapılmaya başlandı, bu hamamlara ”Lavatrina” ve “Balneya” denilirdi.
Roma’da banyo küvetide yapılmıştır. Tipik bir Roma hamamı kolonlar ve kemeler üzerine oturtturulmuş kubbeler, döşeme, duvar mozaikleri, mermer yerler mimarinin önemli bir parçasıydı. Kaynattıkları suyun buharı ve ısısı künkler ile yer altından hamamlara verilmişti. Hamamlar imparatorluk devrinde 24 saat açık çalışırlardı. Roma hamamının bu bölümleri şöyle sıralanmaktadır:
Paleestra spor alanı, atrium bekleme yeri. Bu iki alan hamama giriş yeriydi. Apaditorium soyunma alanı, tepidarium yağlanma, terleme, dinlenme yeri. Kaldarium hamamın sıcak bölümü yıkanmak için. Lokarikum hamamın buhar banyosu. Frigidarium soğuk su ilen yıkanma mekânı idi. Daha sonra konuşma holleri; dinlenme salonları; kütüphaneler olarak başka bölümlerde bulunmaktaydı.
Osmanlı hamamları ise Roma hamamlarını kısmen andırırdı. İstanbul’da tarihi olan 78 tane Hamam vardır. Bir hamama genelde girildiği zaman ilk önce camegaha girilir. Ortasında havuz olan ve bir kubbeyle kapatılmış bu yapı soyunma odalarına açılır.
Camegahtan çift kapı ile kubbeyle kapalı olan soğukluğa girilir. Soğukluk geniş büyük bir kubbenin altında olan sıcaklığa açılır. Sıcaklıkta terlemeye yarayan geniş ve büyük bir göbek taşı vardır. Göbek taşının olduğu yerde kenarlarda değişik sayıda kurnalar bulunmaktadır.
Sıcaklık odasının sağında ve solunda yine kurnalı soğuk odalarda vardır, soğukluklar yine bir koridor ile dinlenme odalarına açılır ve yine onlarda bir koridorla soyunma odalarına bağlanırlar. Isınma Romalılarda olduğu gibi kuntlarla merkezi olarak yapılır.
Eğer Türk Hamamını özetleyecek olursak giriş, sonra camegah, camegahın etrafında soyunma odaları, kurnalı soğukluk, göbek taşlı ve kenarlardan kurnaları olan sıcaklık odaları vardır. Soğukluk odasının kenarla rında ise Halvet, dinlenme odaları bulunmaktadır.
Hamama giden soyunmalıkta elbiselerini çıkardıktan sonra soğuklukta ilk önce yıkanırlar, sonra sıcaklık odasına girip göbek taşında terleyip natır tarafından keselenirler, ondan sonra kına kenarlardaki kurnalardan yıkanılıp tekrar soğukluğa çıkılıp orada da isteniliyorsa yıkanılır, ardında da Halvette dinlenilir.
Hamam Türk Osmanlı kültürünün yok olmakta olan bir parçasıdır. Bu kültür ekonomik, sosyolojik ve teknolojik değişikler dolayısıyla yok olmaya başlamıştır. Zamanında önemli bir sosyal olgu olan Hamamları turistik otellerde görmekteyiz. İstanbul’da bulunan pek çok tarihi hamamlardan en önemli Cağaloğlu hamamıdır. Türk hamamı kendine has terbiyesi ve gelenekleri olan bir sosyal tesistir. Osmanlılar zamanında evlenmelerde, kutlamalarda, lohusalıkta ve sünnete hamamı kullanmıştır.
Hamam kültürü Sümerlerde başlayıp zamanımıza kadar tarihin her çağında her medeniyetin süre gelen kültürel bir parçası olmuştur. Sümer Kralı Gılgamış ölümsüzlük otunu bulduktan sonra bir kaynakta yıkanırken gençlik otunu tanrılar çalar. Milattan önce 4000 yılında genç kızlar tanrıyla evlendirilmek için sarı nehre atılırlardı. Hindular tapınaklarını su kenarına yaparlar ve suyu her zaman kutsal görüp, günahlarından arınmak için yıkanırlardı.
Ganj nehrinin kıyısında Benaves tapınağı bunun en iyi örneğidir. Hintliler suyun koruyucu özelliğine inanırlar suyun ruhlarını ve bedenlerini kötülüklerden, pisliklerden arındıklarını törenlerle günümüze kadar süre gelen gelenekler haline getirmişlerdir. Hititler Anadolu’da buna benzer törenleri uygulamışlardı, aynı tarz gelenekleri Mısır tarihinde de görmekteyiz. Museviler hahamları kutsadığı bir havuzda yıkayarak günlerini bitirirlerdi. Hıristiyanlar tüm günahlarının kutsal suda yıkanarak yok olduğuna inanırlar.
Hamam kelimesi Arapça “Hamma” ve İbranice “Hamam” kelimesinden türer. Kelimenin anlamı ise ısıtmak ve sıcak olmak demektir. Tarihte ilk hamam milattan önce 2500 yılında Dravidler tarafından kurulmuştur. Aynı süre içerisinde Hititlerin hamam yaptıkları bilinmektedir.
Eski Türkçede hamam kelimesinin karşıtı “Munça” ya da “Munçaktır”. Hunların, Hazar Türklerinin çok sık yıkandıklarını Türkçede olan çimek, yunak, yıkak, yunuk kelimelerinden bilmekteyiz. Hamamın Asur’da eski İsrail krallıklarında sık kullanıldığı ve günümüze kadar gelen Şita havuzlarını bilmekteyiz. Klasik Yunan’dan günümüze kadar gelmekte olan tipik hamam mimarisinin başlangıcını görmekteyiz.
Bu mimari Roma ve Bizans zamanında daha gelişerek kendine özgün bir tarz almıştır ve Osmanlıda bu mimari gelişerek Türk hamamının stiline ulaşmıştır. Yunanlılarda spor, su, yıkanmak en önemli sosyal aktivelarden bitanesiydi. Roma’da çok büyük genel hamamlar yapılmaya başlandı, bu hamamlara ”Lavatrina” ve “Balneya” denilirdi.
Roma’da banyo küvetide yapılmıştır. Tipik bir Roma hamamı kolonlar ve kemeler üzerine oturtturulmuş kubbeler, döşeme, duvar mozaikleri, mermer yerler mimarinin önemli bir parçasıydı. Kaynattıkları suyun buharı ve ısısı künkler ile yer altından hamamlara verilmişti. Hamamlar imparatorluk devrinde 24 saat açık çalışırlardı. Roma hamamının bu bölümleri şöyle sıralanmaktadır:
Paleestra spor alanı, atrium bekleme yeri. Bu iki alan hamama giriş yeriydi. Apaditorium soyunma alanı, tepidarium yağlanma, terleme, dinlenme yeri. Kaldarium hamamın sıcak bölümü yıkanmak için. Lokarikum hamamın buhar banyosu. Frigidarium soğuk su ilen yıkanma mekânı idi. Daha sonra konuşma holleri; dinlenme salonları; kütüphaneler olarak başka bölümlerde bulunmaktaydı.
Osmanlı hamamları ise Roma hamamlarını kısmen andırırdı. İstanbul’da tarihi olan 78 tane Hamam vardır. Bir hamama genelde girildiği zaman ilk önce camegaha girilir. Ortasında havuz olan ve bir kubbeyle kapatılmış bu yapı soyunma odalarına açılır.
Camegahtan çift kapı ile kubbeyle kapalı olan soğukluğa girilir. Soğukluk geniş büyük bir kubbenin altında olan sıcaklığa açılır. Sıcaklıkta terlemeye yarayan geniş ve büyük bir göbek taşı vardır. Göbek taşının olduğu yerde kenarlarda değişik sayıda kurnalar bulunmaktadır.
Sıcaklık odasının sağında ve solunda yine kurnalı soğuk odalarda vardır, soğukluklar yine bir koridor ile dinlenme odalarına açılır ve yine onlarda bir koridorla soyunma odalarına bağlanırlar. Isınma Romalılarda olduğu gibi kuntlarla merkezi olarak yapılır.
Eğer Türk Hamamını özetleyecek olursak giriş, sonra camegah, camegahın etrafında soyunma odaları, kurnalı soğukluk, göbek taşlı ve kenarlardan kurnaları olan sıcaklık odaları vardır. Soğukluk odasının kenarla rında ise Halvet, dinlenme odaları bulunmaktadır.
Hamama giden soyunmalıkta elbiselerini çıkardıktan sonra soğuklukta ilk önce yıkanırlar, sonra sıcaklık odasına girip göbek taşında terleyip natır tarafından keselenirler, ondan sonra kına kenarlardaki kurnalardan yıkanılıp tekrar soğukluğa çıkılıp orada da isteniliyorsa yıkanılır, ardında da Halvette dinlenilir.
Hamam Türk Osmanlı kültürünün yok olmakta olan bir parçasıdır. Bu kültür ekonomik, sosyolojik ve teknolojik değişikler dolayısıyla yok olmaya başlamıştır. Zamanında önemli bir sosyal olgu olan Hamamları turistik otellerde görmekteyiz. İstanbul’da bulunan pek çok tarihi hamamlardan en önemli Cağaloğlu hamamıdır. Türk hamamı kendine has terbiyesi ve gelenekleri olan bir sosyal tesistir. Osmanlılar zamanında evlenmelerde, kutlamalarda, lohusalıkta ve sünnete hamamı kullanmıştır.
KARAGÖZ VE HACİVAT GERÇEKTEN YAŞADI MI
Karagöz ve Hacivat’ın yaşamış gerçek kişiler olup olmadığı bir tartışma konusudur. Gölge oyununun bu iki kahramanı halkın gönlünde yüzyıllarca öyle yerleşmişlerdir ki, halk onları gerçekten yaşamış kişiler olarak görmek istemiştir. Bu nedenle bazı söylencelerle onların gerçekten yaşadıkları ileri sürülmüştür.
Bu söylencelerden biri; Sultan Orhan devrinde Karagöz’ün demirci, Hacivat’ın da duvarcı olduğu, Bursa’da bir camii inşasında çalıştıkları, söyleşmeleri ile öteki işçileri oyaladıkları, bu yüzden camii yapımının gecikmesi üzerine sultanın onları ölümle cezalandırdığı şeklindedir. Ancak Sultan, bir süre sonra iç acısı çekmeye başlar. Padişahın acısını dindirmek isteyen Şeyh Kûşteri, bir perde kurdurarak Hacivat’la Karagöz’ün deriden yapılmış tasvirlerini perde arkasında oynatıp onların şakalarını tekrarlayarak padişahı avutur. Bu söylencenin dört çeşitlemesi vardır.
İkinci söylentiyi Evliya Çelebi’de buluyoruz: Ona göre, (Hacivat) Hacı İvaz, Selçuklular çağında Mekke’den Bursa’ya gidip gelen Yorkça Halil adıyla da anılan tanınmış biriydi. Karagöz ise İstanbul Tekfuru, Konstantin’in seyisiydi. Sofyozlu Bali Çelebi olarak da anılırdı. Yılda bir kez, Tekfur kendisini Selçuklu Sultanına gönderirdi. O da bu ziyaretleri sırasında Hacivat ile buluşup sohbet ederdi. Hayal-i Zilli (Hayal Oyunu) sanatçıları da onların söyleşmelerini gölge oyunu olarak oynatırlardı.
Nitekim günümüze dek Karagöz’ün gerçek veya yapıntı bir kişi olup olmadığına dair basında uzunca tartışmalar olmuş.
Bu tartışmalardan birinde Filibeli Mithat Bey’in Bursa Belediye Başkanı Muhittin Bey’e bir mektubu yayınlanmıştır. Mektup sahibi 1333 yılında Hisar’daki Ortapazar Medresesi kitaplığında, “Hayat ve Menakıb-i Kara Oğuz ve Hacı Ehvad” adında bir kitabın bulunduğunu, sonra bir yangında yanmış olduğunu belirtir.
Mektubun devamında Karagöz’ün Orhaneli Karakeçili aşiretinden “Kara Oğuz” adını taşıyan bir köylü olduğu, fakat bu adın daha sonra “Kara Öküz”e çevrildiği, arkadaşı “Hacı Ahvad” ile birlikte düzenledikleri oyunların Şeyh Küşteri’nin ilgisini çektiğini ve “Kara Öküz”ü “Karagöz”e çevirdiğini ileri sürer.
Bu söylenceler arasında bir de Hacivat’ın “Hacı İvad Paşa” olduğu yolunda bir görüş vardır. Bir başka söylenceye göre ise Türkler “Karagöz”ü “Karakuş”tan bozmuşlardır. Karakuş, üzerine çeşitli halk hikâyeleri, fıkralar üretilmiş olan Selahaddin-i Eyyubi’nin subaylarından ve devlet adamlarından olan Bahaeddin Karakuş’tur.
Bursa Kadı Sicilleri üzerinde uzun yıllar araştırma yapan Araştırmacı Yazar Kamil Kepecioğlu rastladığı 1507 tarihli bir belgede, “Abdullah oğlu Karagöz adlı bir kişinin Pirinç Hanı’nın tuğla ve kiremitleri sağlamakla görevli olup, bu işi teslim etmeden öldüğünün yazılı olduğunu belirtir. Bu nedenle belgede geçen Karagöz’ün, gölge oyununa kaynak olan Karagöz olabileceğini savunur.
Bu söylencelerden biri; Sultan Orhan devrinde Karagöz’ün demirci, Hacivat’ın da duvarcı olduğu, Bursa’da bir camii inşasında çalıştıkları, söyleşmeleri ile öteki işçileri oyaladıkları, bu yüzden camii yapımının gecikmesi üzerine sultanın onları ölümle cezalandırdığı şeklindedir. Ancak Sultan, bir süre sonra iç acısı çekmeye başlar. Padişahın acısını dindirmek isteyen Şeyh Kûşteri, bir perde kurdurarak Hacivat’la Karagöz’ün deriden yapılmış tasvirlerini perde arkasında oynatıp onların şakalarını tekrarlayarak padişahı avutur. Bu söylencenin dört çeşitlemesi vardır.
İkinci söylentiyi Evliya Çelebi’de buluyoruz: Ona göre, (Hacivat) Hacı İvaz, Selçuklular çağında Mekke’den Bursa’ya gidip gelen Yorkça Halil adıyla da anılan tanınmış biriydi. Karagöz ise İstanbul Tekfuru, Konstantin’in seyisiydi. Sofyozlu Bali Çelebi olarak da anılırdı. Yılda bir kez, Tekfur kendisini Selçuklu Sultanına gönderirdi. O da bu ziyaretleri sırasında Hacivat ile buluşup sohbet ederdi. Hayal-i Zilli (Hayal Oyunu) sanatçıları da onların söyleşmelerini gölge oyunu olarak oynatırlardı.
Nitekim günümüze dek Karagöz’ün gerçek veya yapıntı bir kişi olup olmadığına dair basında uzunca tartışmalar olmuş.
Bu tartışmalardan birinde Filibeli Mithat Bey’in Bursa Belediye Başkanı Muhittin Bey’e bir mektubu yayınlanmıştır. Mektup sahibi 1333 yılında Hisar’daki Ortapazar Medresesi kitaplığında, “Hayat ve Menakıb-i Kara Oğuz ve Hacı Ehvad” adında bir kitabın bulunduğunu, sonra bir yangında yanmış olduğunu belirtir.
Mektubun devamında Karagöz’ün Orhaneli Karakeçili aşiretinden “Kara Oğuz” adını taşıyan bir köylü olduğu, fakat bu adın daha sonra “Kara Öküz”e çevrildiği, arkadaşı “Hacı Ahvad” ile birlikte düzenledikleri oyunların Şeyh Küşteri’nin ilgisini çektiğini ve “Kara Öküz”ü “Karagöz”e çevirdiğini ileri sürer.
Bu söylenceler arasında bir de Hacivat’ın “Hacı İvad Paşa” olduğu yolunda bir görüş vardır. Bir başka söylenceye göre ise Türkler “Karagöz”ü “Karakuş”tan bozmuşlardır. Karakuş, üzerine çeşitli halk hikâyeleri, fıkralar üretilmiş olan Selahaddin-i Eyyubi’nin subaylarından ve devlet adamlarından olan Bahaeddin Karakuş’tur.
Bursa Kadı Sicilleri üzerinde uzun yıllar araştırma yapan Araştırmacı Yazar Kamil Kepecioğlu rastladığı 1507 tarihli bir belgede, “Abdullah oğlu Karagöz adlı bir kişinin Pirinç Hanı’nın tuğla ve kiremitleri sağlamakla görevli olup, bu işi teslim etmeden öldüğünün yazılı olduğunu belirtir. Bu nedenle belgede geçen Karagöz’ün, gölge oyununa kaynak olan Karagöz olabileceğini savunur.
ÇİKOLATANIN TARİHÇESİ NEDİR?
Milattan önce, büyük olasılıkla Olmeclerden oluşan bir grup, Güney Amerika’da kakao ağacı yetiştirir. Mayalar, bir hayvanın bu ağaçtan bir meyve kopardığına tanık olur. Mayalar zamanla bu çekirdekleri nasıl kullanacaklarını öğrenirler. M.S. 600 yılında, Mayalar çikolatalı bir içecek yaparlar.
Efsaneye göre, Aztek kralı Moctezuma günde 50 fincan çikolata içiyordu. Azteklerde ve Mayalarda çikolata içmek önemli bir olay sayılırdı. Mayalarda daha çok kraliyet ailesi için uygun görülen bu içeceği sıradan insanlar çok özel durumlarda içebiliyordu. Azteklerde ise yöneticiler, rahipler, rütbeli askerler, onurlandırılmak istenen tüccarlar bu özel içeceği tadabiliyordu.
İspanyol kâşifler Kristof Kolomb ve Hernán Cortés’in, 16. yüzyılda Orta Amerika’ya yaptıkları gezide Aztek kralı Moctezuma bu çikolatalı içeceği kâşiflere sunar. Kâşifler bu içeceği vatanlarına götürüp hazırlamasını öğretirler. Bu, Mayalar ile Azteklerin öğütülmüş kakao çekirdeklerinin suyla karıştırılmasıyla elde ettikleri bir içecektir.
Aztek dilinde “ekşi, acı içki” anlamına gelen “xocoatl” adındaki bu içeceği Aztekler, içine biber ve başka baharatlar katarak soğuk olarak içiyorlardı. İspanyollar ise aynı içkiyi şekerli olarak içmeye başladılar. 80 yıl sonra, İngiltere’de içecek yapılmak üzere katı çikolata satılmaya başladı.
Böylece katı çikolata satan “çikolata evleri” bütün Avrupa’ya yayıldı. 1700’lü yıllarda İngilizler bu içeceklere süt katmaya başladılar. Türkiye’nin ilk yerel üretim yapan çikolata fabrikası ise, cumhuriyetten üç yıl sonra, 1927’de Feriköy’de kuruldu. Bugüne kadar bulunan en eski çikolatanın izlerine 2600 yıllık bir çömleğin içinde rastlanmıştır.
Efsaneye göre, Aztek kralı Moctezuma günde 50 fincan çikolata içiyordu. Azteklerde ve Mayalarda çikolata içmek önemli bir olay sayılırdı. Mayalarda daha çok kraliyet ailesi için uygun görülen bu içeceği sıradan insanlar çok özel durumlarda içebiliyordu. Azteklerde ise yöneticiler, rahipler, rütbeli askerler, onurlandırılmak istenen tüccarlar bu özel içeceği tadabiliyordu.
İspanyol kâşifler Kristof Kolomb ve Hernán Cortés’in, 16. yüzyılda Orta Amerika’ya yaptıkları gezide Aztek kralı Moctezuma bu çikolatalı içeceği kâşiflere sunar. Kâşifler bu içeceği vatanlarına götürüp hazırlamasını öğretirler. Bu, Mayalar ile Azteklerin öğütülmüş kakao çekirdeklerinin suyla karıştırılmasıyla elde ettikleri bir içecektir.
Aztek dilinde “ekşi, acı içki” anlamına gelen “xocoatl” adındaki bu içeceği Aztekler, içine biber ve başka baharatlar katarak soğuk olarak içiyorlardı. İspanyollar ise aynı içkiyi şekerli olarak içmeye başladılar. 80 yıl sonra, İngiltere’de içecek yapılmak üzere katı çikolata satılmaya başladı.
Böylece katı çikolata satan “çikolata evleri” bütün Avrupa’ya yayıldı. 1700’lü yıllarda İngilizler bu içeceklere süt katmaya başladılar. Türkiye’nin ilk yerel üretim yapan çikolata fabrikası ise, cumhuriyetten üç yıl sonra, 1927’de Feriköy’de kuruldu. Bugüne kadar bulunan en eski çikolatanın izlerine 2600 yıllık bir çömleğin içinde rastlanmıştır.
SAATLERİN DÖNÜŞ YÖNÜ NEDEN SAĞA DOĞRUDUR?
Bugüne kadar hiç aklımıza gelmeyen saatlerin dönüş yönünün neden sağa doğru olduğunu hiç düşündünüz mü?
Bunun nedeni İlk olarak eski Mısırlılara dayandırılmaktadır, ilk mısırlılar güneşin her gün düzenli bir hareketle doğup, belirli zamanlarda gökyüzünün aynı noktalarında bulunup, battığını gözlemlediler ve bunun bir günü zaman parçalarına ayırmada kullanılabileceğini keşfettiler.
Böylece güneşin bu hareketinden yararlanarak ilk güneş saatini yaptılar. Bu saat, meydanlık bir yere yüksek bir taş koymak ve güneşin hareketi sırasında, bu taşın gölgesini takip etmekten ibaretti.
Mısır, konumu itibari ile kuzey yarım kürede fakat ekvatora da yakın bir ülke olduğundan, güneş doğduğunda, gölge hemen tam batıda oluşuyor, güneş yükseldikçe gölge kuzeye, yani sağa doğru hareket ederek, güneş batışında doğu yönüne ulaşıyordu.
Yani gölge bugünkü tüm saatlerin akrep ve yelkovanında olduğu gibi soldan sağa doğru dönüyordu. Daha sonraları, pendulumlu, pilli saatlerde de yön değişmedi, hatta sağa doğru dönüşler “saat yönüne dönüş” diye adlandırılır oldu. Avustralya gibi ekvatorun güneyindeki ülkelerde, güneş doğarken taşın gölgesi güneye düşer ve güneş yükseldikçe sola doğru dönüş yapar. İlk saat orada keşfedilseydi, bugün akrep ve yelkovan ters yönde dönüyor olabilirdi.
Bunun nedeni İlk olarak eski Mısırlılara dayandırılmaktadır, ilk mısırlılar güneşin her gün düzenli bir hareketle doğup, belirli zamanlarda gökyüzünün aynı noktalarında bulunup, battığını gözlemlediler ve bunun bir günü zaman parçalarına ayırmada kullanılabileceğini keşfettiler.
Böylece güneşin bu hareketinden yararlanarak ilk güneş saatini yaptılar. Bu saat, meydanlık bir yere yüksek bir taş koymak ve güneşin hareketi sırasında, bu taşın gölgesini takip etmekten ibaretti.
Mısır, konumu itibari ile kuzey yarım kürede fakat ekvatora da yakın bir ülke olduğundan, güneş doğduğunda, gölge hemen tam batıda oluşuyor, güneş yükseldikçe gölge kuzeye, yani sağa doğru hareket ederek, güneş batışında doğu yönüne ulaşıyordu.
Yani gölge bugünkü tüm saatlerin akrep ve yelkovanında olduğu gibi soldan sağa doğru dönüyordu. Daha sonraları, pendulumlu, pilli saatlerde de yön değişmedi, hatta sağa doğru dönüşler “saat yönüne dönüş” diye adlandırılır oldu. Avustralya gibi ekvatorun güneyindeki ülkelerde, güneş doğarken taşın gölgesi güneye düşer ve güneş yükseldikçe sola doğru dönüş yapar. İlk saat orada keşfedilseydi, bugün akrep ve yelkovan ters yönde dönüyor olabilirdi.
19 Aralık 2017 Salı
Gayrimenkul Danışmanlık Hizmetleri Nereye Gidiyor?
Gayrimenkul Danışmanlığı veya yaygın bilinen adıyla ''EMLAKÇI'' sektöründe hizmet çıtası yükselmekte. Son 5 yıla kadar insanlar tarafından ek gelir kapısı gibi düşünülen bu hizmet artık kabuk değiştirmekte. Gayrimenkul Danışmanlığı TAM ZAMANLI bir kariyer fırsatıdır. Kimi yorumcular veya sektör dışı kişiler tarafından kolay para kazanma yolu olarak algılanmakta. Her zaman ki gibi bilgimiz olmadan fikir sahibi olarak yanlış yorumlara yol açılabilmekte. Bu algı sektör içinde olmayan veya hizmet alan veya almayan bir çok kişi tarafından dile getirilmekte. Bu yanılgı ve bir meslek olarak görülmeyen gayrimenkul danışmanlığı pozisyonu bu noktaya getiren aslında sektör içinde yer alanlar oldu.
Neden mi çuvaldızı kendimize batırdık? Çok net son 5 seneye kadar Emlakçı olmak için en iyi vasıf olarak emekli olmak veya başka bir kariyer fırsatı yakalayamamış olmak gibi bir geçmiş yeterli GİBİ görülmekteydi. Bir masa bir afiş ve sokak arası dükkan başlangıç oluyordu. Eğitim ve hizmet kalitesinde ise hele bir açalım yolda hepsini toparlarız şeklinde bir hareket planı oluşa bilmekteydi. Kısaca Emlak Ofisi kurulum hikayesi son 5 seneye kadar bu şekilde hayat buldu. Peki sektöre uzun yıllardır hizmet veren demeyeceğim sadece içinde olan katılımcılar bazı standartların oluşmasında ve sağlanmasın büyük çoğunlukla finansal kaygılar açısından geri kaldı. Gayrimenkul sektörü alıcı ve satıcı arasında kurulması gereken GÜVEN ilişkisinin sağlayıcısı olmak zorunda. Tüketim açısından bakıldığında Gayrimenkul ve tabi ki başta Konut seçeneği insanların ihtiyaç ve tüketim harcamalarında her zaman en üst noktada yer aldı ve alacak. Peki böyle sürekliliği olan ve vazgeçilemeyen bir ihtiyaç sağlanırken neden Kaliteli hizmet almak istenmez? veya Neden gayrimenkul danışmanlığı hizmeti verilirken Güven oluşturmak için gayret gösterilmez?
Tabi ki bunların hiç olmadığını söylemek haksızlık olur. Gayrimenkul sektöründe oluşan her türlü olumlu ve olumsuz algının temelinde bu sektörde danışman olarak hizmet sağlayıcı olan arkadaşların yarattıkları algı yer almakta. Bu algının sektör içinde olumlu yönde ilerlemesi için eğitim ve standardizasyon mutlak ve kaçınılmaz bir süreç. Bu sorumluluk bu sektörde emek, zaman ve para harcayan her çalışan için zorunluluk olduğu gibi profesyonel gayrimenkul ofislerinin bunu desteklemesi şart. Profesyonel gayrimenkul danışmanları bu değişimin merkezinde yer almalı. Sorgulamalı, hizmet standartlarını yükseltmeli, kendilerini devamlı güncelleyerek doğru duruşlarını sergilemeli böylece yaratacakları kendi prensipleri çalıştığımız sektöre yön verecektir.
Öncelikle bu meslek demek isterdim ama hala yasası çıkmadığı için meslek olmamış olması sıkıntı yaratmakta. Çok ilginçtir ama hem dünya ekonomisinde hem de Türkiye ekonomisinde lokomotif olan inşaat sektörü ve paralelinde alım ve satım sürecini yöneten pazar çalışanları hala kendi yasasına sahip olmadan hizmet vermekte. Bunun aşılması için yapılan çalışmalara belkide gayrimenkul danışmanlarının daha katılımcı olması istediklerini almak için faydalı olacaktır. Ya da diğer taraftan bu yasanın çıkmasını gerçekten sektör içinde kurumsal yada kurumsal olmadan hizmet veren ne kadar ofis istemekte? Gerçekçi olmak gerekirse belli bir marka ve kurumsal firma desteğini işlerini yapmak için çözüm ortağı alan ofislerin dışında kalan büyük çoğunluk durumdan rahatsız değil gibi bir tablo ortaya çıkmakta. Bu kişisel yorumum olsa da piyasa koşullarını yansıttığını söylemek zorundayım.
Bir mesleği icra ederken her zaman bir ilkesi olmalı. Buna vizyon ve misyonunu ekleyerek hedefleri olmalı. Tek Hedef para olmamalı. Gayrimenkul sektöründe aracılık hizmeti veren bütün çalışanlar birilerinin rüyalarını gerçek yapmaya çalışmakta. Tarafların mutlu olduğu bir ticaret yaratılmalı.
Gayrimenkul aracılık hizmetlerinde her zaman öncelik hizmet sağlamak olduğu sürece arkasından kazanç gelecektir. Bu kaçınılmaz olmakla beraber ilkeli bir duruş sağlamaktadır.
Çalıştığımız sektör içinde değişim İLK olarak bizlerden yani Gayrimenkul Danışmanları ve Broker' larından başlamalı. Biz hizmet anlayışımızı değiştirdiğimizde hizmeti talep edenler tarafından saygı görmeye başlayacağız. Bunun için aşağıdaki yapılması gerekenler belki başlangıç için bize yol haritası olabilir;
İşinize Sahip Çıkın.
Gayrimenkul sektörü ve bu sektörde danışmanlık bir hobi değildir. Sadece ek gelir isteyenlerin kazanç kapısı hiç değildir. Bunun için profesyonel olun. Vizyon ve misyon sahibi olun.
Müşterilerinize hizmet etmekten mutlu olun ve onlarında Mutlu olması için hayallerini gerçek yapın.
Yanlışları değil doğruları kendinize prensip edinin ve çalışma arkadaşlarınızın edinmesinde onları destekleyin örnek olun. Bırakın sizi izlesinler doğruları yaptıkça sizi takip etsinler. ÖNCÜ olun.
Alıcı ve Satıcının haklarını koruyun taraf olmayın. Ortak kazanım için çift taraflı çıkarları koruyun.
Profesyonel ve bilgi birikimi yeterli olmayan hizmet kalitesi düşük olan gayrimenkul danışmanları ile çalışmayın. Çıtayı yükseltin standartların belirlenmesinde lider olun.
Kendinizi güncelleyin. Teknoloji ve eğitiminize yatırım yapın. Müşteri memnuniyetinde fark yaratın.
Fark yaratmak amaçlarınız için de olsun. Fark yaratamadığınız zaman profesyonel, güvenilir, sürekli hizmet sağlamak noktasında kaybetmeye başlarsınız. İşinize Sahip çıkın ki Müşterileriniz size sahip çıkabilsin.
İstemek hiç bir zaman tek başına yeterli olmaz Harekete Geçin.
Özgür ÖZATAĞAN
Broker
Kaynak:
Neden mi çuvaldızı kendimize batırdık? Çok net son 5 seneye kadar Emlakçı olmak için en iyi vasıf olarak emekli olmak veya başka bir kariyer fırsatı yakalayamamış olmak gibi bir geçmiş yeterli GİBİ görülmekteydi. Bir masa bir afiş ve sokak arası dükkan başlangıç oluyordu. Eğitim ve hizmet kalitesinde ise hele bir açalım yolda hepsini toparlarız şeklinde bir hareket planı oluşa bilmekteydi. Kısaca Emlak Ofisi kurulum hikayesi son 5 seneye kadar bu şekilde hayat buldu. Peki sektöre uzun yıllardır hizmet veren demeyeceğim sadece içinde olan katılımcılar bazı standartların oluşmasında ve sağlanmasın büyük çoğunlukla finansal kaygılar açısından geri kaldı. Gayrimenkul sektörü alıcı ve satıcı arasında kurulması gereken GÜVEN ilişkisinin sağlayıcısı olmak zorunda. Tüketim açısından bakıldığında Gayrimenkul ve tabi ki başta Konut seçeneği insanların ihtiyaç ve tüketim harcamalarında her zaman en üst noktada yer aldı ve alacak. Peki böyle sürekliliği olan ve vazgeçilemeyen bir ihtiyaç sağlanırken neden Kaliteli hizmet almak istenmez? veya Neden gayrimenkul danışmanlığı hizmeti verilirken Güven oluşturmak için gayret gösterilmez?
Tabi ki bunların hiç olmadığını söylemek haksızlık olur. Gayrimenkul sektöründe oluşan her türlü olumlu ve olumsuz algının temelinde bu sektörde danışman olarak hizmet sağlayıcı olan arkadaşların yarattıkları algı yer almakta. Bu algının sektör içinde olumlu yönde ilerlemesi için eğitim ve standardizasyon mutlak ve kaçınılmaz bir süreç. Bu sorumluluk bu sektörde emek, zaman ve para harcayan her çalışan için zorunluluk olduğu gibi profesyonel gayrimenkul ofislerinin bunu desteklemesi şart. Profesyonel gayrimenkul danışmanları bu değişimin merkezinde yer almalı. Sorgulamalı, hizmet standartlarını yükseltmeli, kendilerini devamlı güncelleyerek doğru duruşlarını sergilemeli böylece yaratacakları kendi prensipleri çalıştığımız sektöre yön verecektir.
Öncelikle bu meslek demek isterdim ama hala yasası çıkmadığı için meslek olmamış olması sıkıntı yaratmakta. Çok ilginçtir ama hem dünya ekonomisinde hem de Türkiye ekonomisinde lokomotif olan inşaat sektörü ve paralelinde alım ve satım sürecini yöneten pazar çalışanları hala kendi yasasına sahip olmadan hizmet vermekte. Bunun aşılması için yapılan çalışmalara belkide gayrimenkul danışmanlarının daha katılımcı olması istediklerini almak için faydalı olacaktır. Ya da diğer taraftan bu yasanın çıkmasını gerçekten sektör içinde kurumsal yada kurumsal olmadan hizmet veren ne kadar ofis istemekte? Gerçekçi olmak gerekirse belli bir marka ve kurumsal firma desteğini işlerini yapmak için çözüm ortağı alan ofislerin dışında kalan büyük çoğunluk durumdan rahatsız değil gibi bir tablo ortaya çıkmakta. Bu kişisel yorumum olsa da piyasa koşullarını yansıttığını söylemek zorundayım.
Bir mesleği icra ederken her zaman bir ilkesi olmalı. Buna vizyon ve misyonunu ekleyerek hedefleri olmalı. Tek Hedef para olmamalı. Gayrimenkul sektöründe aracılık hizmeti veren bütün çalışanlar birilerinin rüyalarını gerçek yapmaya çalışmakta. Tarafların mutlu olduğu bir ticaret yaratılmalı.
Gayrimenkul aracılık hizmetlerinde her zaman öncelik hizmet sağlamak olduğu sürece arkasından kazanç gelecektir. Bu kaçınılmaz olmakla beraber ilkeli bir duruş sağlamaktadır.
Çalıştığımız sektör içinde değişim İLK olarak bizlerden yani Gayrimenkul Danışmanları ve Broker' larından başlamalı. Biz hizmet anlayışımızı değiştirdiğimizde hizmeti talep edenler tarafından saygı görmeye başlayacağız. Bunun için aşağıdaki yapılması gerekenler belki başlangıç için bize yol haritası olabilir;
İşinize Sahip Çıkın.
Gayrimenkul sektörü ve bu sektörde danışmanlık bir hobi değildir. Sadece ek gelir isteyenlerin kazanç kapısı hiç değildir. Bunun için profesyonel olun. Vizyon ve misyon sahibi olun.
Müşterilerinize hizmet etmekten mutlu olun ve onlarında Mutlu olması için hayallerini gerçek yapın.
Yanlışları değil doğruları kendinize prensip edinin ve çalışma arkadaşlarınızın edinmesinde onları destekleyin örnek olun. Bırakın sizi izlesinler doğruları yaptıkça sizi takip etsinler. ÖNCÜ olun.
Alıcı ve Satıcının haklarını koruyun taraf olmayın. Ortak kazanım için çift taraflı çıkarları koruyun.
Profesyonel ve bilgi birikimi yeterli olmayan hizmet kalitesi düşük olan gayrimenkul danışmanları ile çalışmayın. Çıtayı yükseltin standartların belirlenmesinde lider olun.
Kendinizi güncelleyin. Teknoloji ve eğitiminize yatırım yapın. Müşteri memnuniyetinde fark yaratın.
Fark yaratmak amaçlarınız için de olsun. Fark yaratamadığınız zaman profesyonel, güvenilir, sürekli hizmet sağlamak noktasında kaybetmeye başlarsınız. İşinize Sahip çıkın ki Müşterileriniz size sahip çıkabilsin.
İstemek hiç bir zaman tek başına yeterli olmaz Harekete Geçin.
Özgür ÖZATAĞAN
Broker
Kaynak:
Boşanma sürecinde ev paylaşımı nasıl olur?
Boşanma sürecinde ev paylaşımı ayrılma kararı alan eşler arasındaki en büyük problemlerden biridir. Bu konuda yaşanan anlaşmazlıklar yüzünden boşanma süreci de yıpratıcı olabilmektedir. Bir çok çift boşanma sürecinde mal paylaşımı ile ilgili bilgi sahibi değildir. Bu nedenle boşanma süresi de uzamaktadır. Bu da her iki taraf için can sıkıcı bir durumdur. Eşlerin boşanma esnasındaki haklarını biliyor olması kendileri ve varsa çocukları için bu süreci kolaylaştırmaktadır.
Boşanma sürecinde hak kaybı yaşamamanız için mutlaka hukuki bilgi ve deneyime sahip olan boşanma avukatı ile anlaşma sağlanmalıdır. 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren geçerli olan yasal mal rejimi ‘’Edinilmiş Mallara Katılım’’dır. Uygulanmaya başlanan bu yasa çerçevesinde, tapusu kimin üzerine olursa olsun eşlerin evlendikten sonra elde etmiş olduğu ev üzerinde ikisinin de hakları eşittir. Paylaşım konusunda anlaşmazlık yaşayan çiftler, evlerini yarı yarıya paylaşabilmeleri için bu konuda mahkemeye talepte bulunmak zorundadırlar.
Anlaşmalı boşanma sürecinde ev paylaşımı
Anlaşmalı olarak boşanma kararı alan çiftlerin, her konuda uzlaşmış olması gerekmektedir. Ev paylaşımı eşler arasında belirlenen anlaşma protokolü içeriğinde mahkemeye beyan edilir. Hakim eşlerin arasındaki anlaşmaya müdahale etmez. Boşanma konusunda acele eden taraf, eşinden bir an önce ayrılmak istediği için yasal haklarından vazgeçerek hak kaybına uğrayabilir. Bu nedenle anlaşmalı boşanma sürecinde acele edilmemelidir.
Çekişmeli boşanma sürecinde ev paylaşımı
Çekişmeli boşanma, sıklıkla yaşanan durumlardan biridir. Eşler fiziki olarak ayrılırken aynı zamanda ekonomik ortalıkları bittiği için boşanma sürecinde hukuki anlaşmazlıklar yaşayabilirler. Çekişmeli boşanma davasında öncelikle mal paylaşımı yapılırken eşlerin mal rejimlerine bakılır. Eşler evlenirken herhangi bir mal rejimi seçmemiş olabilir. Bu durumda boşanma sürecinde mal paylaşımı yapılırken evlilik tarihi önemlidir. Eğer eşler 2002 yılından sonra evlendiyse, yasal olarak edinilen mallar çiftler arasında yarı yarıya paylaştırılmaktadır. Ancak evlilik tarihi 2002’den önce ise mal paylaşımı 2002 yılına kadar olan kısım için mal ayrılığı esasına göre, 2002 yılından sonrası için ise edinilmiş mallara katılma rejimi esaslarına göre yapılır.
Boşanma sürecinde miras ev paylaşımı
Eşlerden birine yakınlarından kalan miras, boşanma sürecinde mal paylaşımı için söz konusu olamaz. Çünkü bu miras payı, kişisel mal kapsamındadır. Ancak miras tarafından elde edilen bir gelir var ise edinilmiş mal kapsamındadır. Örneğin, aileden kalan ev tarafından elde edilen kira geliri varsa, bu gelir ile edinilen başka bir mal üzerinden diğer eş de hak talep edebilmektedir.
Kaynak : (Milliyetemlak)
Boşanma sürecinde hak kaybı yaşamamanız için mutlaka hukuki bilgi ve deneyime sahip olan boşanma avukatı ile anlaşma sağlanmalıdır. 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren geçerli olan yasal mal rejimi ‘’Edinilmiş Mallara Katılım’’dır. Uygulanmaya başlanan bu yasa çerçevesinde, tapusu kimin üzerine olursa olsun eşlerin evlendikten sonra elde etmiş olduğu ev üzerinde ikisinin de hakları eşittir. Paylaşım konusunda anlaşmazlık yaşayan çiftler, evlerini yarı yarıya paylaşabilmeleri için bu konuda mahkemeye talepte bulunmak zorundadırlar.
Anlaşmalı boşanma sürecinde ev paylaşımı
Anlaşmalı olarak boşanma kararı alan çiftlerin, her konuda uzlaşmış olması gerekmektedir. Ev paylaşımı eşler arasında belirlenen anlaşma protokolü içeriğinde mahkemeye beyan edilir. Hakim eşlerin arasındaki anlaşmaya müdahale etmez. Boşanma konusunda acele eden taraf, eşinden bir an önce ayrılmak istediği için yasal haklarından vazgeçerek hak kaybına uğrayabilir. Bu nedenle anlaşmalı boşanma sürecinde acele edilmemelidir.
Çekişmeli boşanma sürecinde ev paylaşımı
Çekişmeli boşanma, sıklıkla yaşanan durumlardan biridir. Eşler fiziki olarak ayrılırken aynı zamanda ekonomik ortalıkları bittiği için boşanma sürecinde hukuki anlaşmazlıklar yaşayabilirler. Çekişmeli boşanma davasında öncelikle mal paylaşımı yapılırken eşlerin mal rejimlerine bakılır. Eşler evlenirken herhangi bir mal rejimi seçmemiş olabilir. Bu durumda boşanma sürecinde mal paylaşımı yapılırken evlilik tarihi önemlidir. Eğer eşler 2002 yılından sonra evlendiyse, yasal olarak edinilen mallar çiftler arasında yarı yarıya paylaştırılmaktadır. Ancak evlilik tarihi 2002’den önce ise mal paylaşımı 2002 yılına kadar olan kısım için mal ayrılığı esasına göre, 2002 yılından sonrası için ise edinilmiş mallara katılma rejimi esaslarına göre yapılır.
Boşanma sürecinde miras ev paylaşımı
Eşlerden birine yakınlarından kalan miras, boşanma sürecinde mal paylaşımı için söz konusu olamaz. Çünkü bu miras payı, kişisel mal kapsamındadır. Ancak miras tarafından elde edilen bir gelir var ise edinilmiş mal kapsamındadır. Örneğin, aileden kalan ev tarafından elde edilen kira geliri varsa, bu gelir ile edinilen başka bir mal üzerinden diğer eş de hak talep edebilmektedir.
Kaynak : (Milliyetemlak)
11 Haziran 2017 Pazar
Riskli yapı süreci 2017!
Riskli olarak tespit edilen yapılar kentsel dönüşüm dahilinde yıkılıyor. Peki, riskli yapı nasıl tespit edilir?
Riskli yapılar, muhtemel bir afette içerisinde yaşayanların can güvenliklerinin olmadığı yapılar oluyor. Bu tür yapılar kentsel dönüşüm kapsamında yıkılıyor. Yıkımın ardından alınan kararlar doğrultusunda yerine yeni yönetmeliklere uygun bina inşa ediliyor.
6306 sayılı Kentsel Dönüşüm Kanunu kapsamında riskli yapılar öncelikle malikleri tarafından tespit ettirilerek yıkılıyor. Peki, riskli yapı tespiti nasıl yapılır? İşte riskli yapı süreci;
1- Vatandaşların risk tespiti yaptırması
Vatandaşlar yapılarını, Bakanlığa, belediyelere, il özel idarelerine, büyükşehirlerde büyükşehir belediyelerine, büyükşehir ilçe belediyelerine veya Bakanlıkça lisanslandırılacak, kurum ve kuruluşlara tespit ettirebilirler. Bu aşamada herhangi bir çoğunluk aranmaz. Maliklerden birinin veya kanuni temsilcisinin müracaatı ile bu tespit yapılabilir. Müracaat için tapu belgesinin ve kimlik belgesinin fotokopisi gereklidir. Riskli yapılar, 6/3/2007 tarihli ve 26454 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre tespit edilir.
2- Riskli tespit edilen yapılar
Yapılan tespitler neticesinde Riskli olduğu tespit edilen yapılar, tespiti yapanlar tarafından Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne bildirilir. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri raporları inceler, raporlarda eksik veyahut yanlış hususların bulunması halinde raporlar ilgilisine iade edilir, diğer raporlar ise ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir.
3- Maliklere tebligat gönderimi
İlgili tapu müdürlüğünce, tapu kütüğüne işlenen belirtmeler, riskli yapı tespitine karşı tebligat tarihinden itibaren onbeş gün içinde riskli yapının bulunduğu yerdeki Müdürlüğe dilekçe ile itiraz edilebileceği, aksi takdirde tebligat tarihinden itibaren İdarece altmış günden az olmamak üzere belirlenen süre içinde yapının yıktırılması gerektiği de belirtilmek suretiyle, aynî ve şahsî hak sahiplerine tebliğ edilir ve yapılan bu tebligat Müdürlüğe bildirilir.
4- Riskli yapı tespitine itiraz
Malikler ya da kanuni temsilcileri, bir yapının riskli olarak tepit edilmesi halinde, bu tespite ancak onbeş gün içinde itiraz edilebilir. İtirazlari inceleyecek olan teknik heyet, üniversitelerden bildirilen dört üye ile en az ikisi inşaat mühendisi olmak üzere, Bakanlik teşkilâtinda görev yapan üç üyenin istiraki ile teşkil edilir. Riskli yapı tespitinin, itiraz üzerine değişmesi halinde, durum aynı şekilde ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir.
5- Riskli yapılar ne zaman yıktırılır?
Riskli yapı olarak tapu kütüğüne kaydedilen taşınmazların maliklerine, altmış günden az olmamak üzere süre verilerek riskli yapıların yıktırılması istenilir.
6- Yıkım süreci ve kontrolü
Riskli yapıların altmış günlük süre içinde maliklerince yıktırılıp yıktırılmadığı, Müdürlükçe mahallinde kontrol edilir ve riskli yapı, malik tarafından yıktırılmamış ise, yapının idarî makamlarca yıktırılacağı belirtilerek ve otuz günden az olmak üzere ek süre verilerek tebligatta bulunulur. Bu süre sonunda da riskli yapıların maliklerince yıktırılmaması halinde, riskli yapıların insandan ve eşyadan tahliyesi ve yıktırma işlemleri; yıktırma masrafı öncelikle dönüşüm projeleri özel hesabından karşılanmak üzere, mahallî idarelerin de iştiraki ile mülki amirler tarafından yapılır veya yaptırılır.
7- Bakanlıkça yıkım kararı
Riskli yapının yine de yıktırılmadığı tespit durumlarda Bakanlıkça yazılı olarak İdareye bildirilir. Buna rağmen yıktırılmadığı tespit edilen yapılar, Bakanlıkça yıkılır veya yıktırılır. Bakanlık veya İdare tarafından yapılan yıktırmanın masrafları, ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu müdürlüğü, yıkılan binanın paydaşlarının müteselsil sorumlu olmalarını sağlamak üzere tapu kaydındaki arsa payları üzerine masraf tutarında müşterek ipotek belirtmesinde bulunarak Bakanlığa veya İdareye ve binanın aynî ve şahsî hak sahiplerine bilgi verir.
8- Yıkım sonrası uygulama
Yöneticinin veya denetçinin veya kat maliklerinin üçte birinin istemi üzerine, noter vasıtası ile yapılacak tebligat ile kat malikleri kurulu toplantıya çağrılır. Bu toplantıda yürütülecek uygulamalar konusunda bütün maliklerce oybirliği ile anlaşma sağlanamaması halinde, öncelikle riskli yapının değeri, Sermaye Piyasası Kuruluna kayıtlı olarak faaliyet gösteren lisanslı değerleme kuruluşlarına tespit ettirilir ve bu değer gözetilerek oybirliği ile anlaşmaya çalışılır, anlaşma sağlanamaması durumunda, yapılacak uygulamaya sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karar tutanağa bağlanır ve toplantıda bulunan bütün kat maliklerince imzalanır.
En az üçte iki çoğunluk ile alınan karar, karara katılmayanlara ve kat malikleri kurulu toplantısına iştirak etmeyenlere noter vasıtasıyla tebliğ edilir ve bu tebliğde, onbeş gün içinde bu kararın kabul edilmemesi halinde bağımsız bölümlerine ilişkin arsa paylarının, Bakanlıkça tesbit edilecek rayiç değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılacağı, bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu payların, rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edileceği bildirilir
9- Nitelikli çoğunluğun sağlanması
En az üçte iki çoğunluk ile alınacak kararlar ve anlaşma şartları Müdürlüğe bildirilir. Anlaşmaya katılmayan maliklerin bağımsız bölümlerine ilişkin arsa payları; Bakanlıkça tespit ettirilen arsa payı değeri üzerinden anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır.
10- Satış ve tahsis işlemleri
Satış ve tahsis işlemleri sonlanınca uygulamaya geçilir.
Riskli yapılar, muhtemel bir afette içerisinde yaşayanların can güvenliklerinin olmadığı yapılar oluyor. Bu tür yapılar kentsel dönüşüm kapsamında yıkılıyor. Yıkımın ardından alınan kararlar doğrultusunda yerine yeni yönetmeliklere uygun bina inşa ediliyor.
6306 sayılı Kentsel Dönüşüm Kanunu kapsamında riskli yapılar öncelikle malikleri tarafından tespit ettirilerek yıkılıyor. Peki, riskli yapı tespiti nasıl yapılır? İşte riskli yapı süreci;
1- Vatandaşların risk tespiti yaptırması
Vatandaşlar yapılarını, Bakanlığa, belediyelere, il özel idarelerine, büyükşehirlerde büyükşehir belediyelerine, büyükşehir ilçe belediyelerine veya Bakanlıkça lisanslandırılacak, kurum ve kuruluşlara tespit ettirebilirler. Bu aşamada herhangi bir çoğunluk aranmaz. Maliklerden birinin veya kanuni temsilcisinin müracaatı ile bu tespit yapılabilir. Müracaat için tapu belgesinin ve kimlik belgesinin fotokopisi gereklidir. Riskli yapılar, 6/3/2007 tarihli ve 26454 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre tespit edilir.
2- Riskli tespit edilen yapılar
Yapılan tespitler neticesinde Riskli olduğu tespit edilen yapılar, tespiti yapanlar tarafından Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne bildirilir. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri raporları inceler, raporlarda eksik veyahut yanlış hususların bulunması halinde raporlar ilgilisine iade edilir, diğer raporlar ise ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir.
3- Maliklere tebligat gönderimi
İlgili tapu müdürlüğünce, tapu kütüğüne işlenen belirtmeler, riskli yapı tespitine karşı tebligat tarihinden itibaren onbeş gün içinde riskli yapının bulunduğu yerdeki Müdürlüğe dilekçe ile itiraz edilebileceği, aksi takdirde tebligat tarihinden itibaren İdarece altmış günden az olmamak üzere belirlenen süre içinde yapının yıktırılması gerektiği de belirtilmek suretiyle, aynî ve şahsî hak sahiplerine tebliğ edilir ve yapılan bu tebligat Müdürlüğe bildirilir.
4- Riskli yapı tespitine itiraz
Malikler ya da kanuni temsilcileri, bir yapının riskli olarak tepit edilmesi halinde, bu tespite ancak onbeş gün içinde itiraz edilebilir. İtirazlari inceleyecek olan teknik heyet, üniversitelerden bildirilen dört üye ile en az ikisi inşaat mühendisi olmak üzere, Bakanlik teşkilâtinda görev yapan üç üyenin istiraki ile teşkil edilir. Riskli yapı tespitinin, itiraz üzerine değişmesi halinde, durum aynı şekilde ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir.
5- Riskli yapılar ne zaman yıktırılır?
Riskli yapı olarak tapu kütüğüne kaydedilen taşınmazların maliklerine, altmış günden az olmamak üzere süre verilerek riskli yapıların yıktırılması istenilir.
6- Yıkım süreci ve kontrolü
Riskli yapıların altmış günlük süre içinde maliklerince yıktırılıp yıktırılmadığı, Müdürlükçe mahallinde kontrol edilir ve riskli yapı, malik tarafından yıktırılmamış ise, yapının idarî makamlarca yıktırılacağı belirtilerek ve otuz günden az olmak üzere ek süre verilerek tebligatta bulunulur. Bu süre sonunda da riskli yapıların maliklerince yıktırılmaması halinde, riskli yapıların insandan ve eşyadan tahliyesi ve yıktırma işlemleri; yıktırma masrafı öncelikle dönüşüm projeleri özel hesabından karşılanmak üzere, mahallî idarelerin de iştiraki ile mülki amirler tarafından yapılır veya yaptırılır.
7- Bakanlıkça yıkım kararı
Riskli yapının yine de yıktırılmadığı tespit durumlarda Bakanlıkça yazılı olarak İdareye bildirilir. Buna rağmen yıktırılmadığı tespit edilen yapılar, Bakanlıkça yıkılır veya yıktırılır. Bakanlık veya İdare tarafından yapılan yıktırmanın masrafları, ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir. Tapu müdürlüğü, yıkılan binanın paydaşlarının müteselsil sorumlu olmalarını sağlamak üzere tapu kaydındaki arsa payları üzerine masraf tutarında müşterek ipotek belirtmesinde bulunarak Bakanlığa veya İdareye ve binanın aynî ve şahsî hak sahiplerine bilgi verir.
8- Yıkım sonrası uygulama
Yöneticinin veya denetçinin veya kat maliklerinin üçte birinin istemi üzerine, noter vasıtası ile yapılacak tebligat ile kat malikleri kurulu toplantıya çağrılır. Bu toplantıda yürütülecek uygulamalar konusunda bütün maliklerce oybirliği ile anlaşma sağlanamaması halinde, öncelikle riskli yapının değeri, Sermaye Piyasası Kuruluna kayıtlı olarak faaliyet gösteren lisanslı değerleme kuruluşlarına tespit ettirilir ve bu değer gözetilerek oybirliği ile anlaşmaya çalışılır, anlaşma sağlanamaması durumunda, yapılacak uygulamaya sahip oldukları hisseleri oranında paydaşların en az üçte iki çoğunluğu ile karar verilir. Bu karar tutanağa bağlanır ve toplantıda bulunan bütün kat maliklerince imzalanır.
En az üçte iki çoğunluk ile alınan karar, karara katılmayanlara ve kat malikleri kurulu toplantısına iştirak etmeyenlere noter vasıtasıyla tebliğ edilir ve bu tebliğde, onbeş gün içinde bu kararın kabul edilmemesi halinde bağımsız bölümlerine ilişkin arsa paylarının, Bakanlıkça tesbit edilecek rayiç değerden az olmamak üzere anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılacağı, bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu payların, rayiç bedeli Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edileceği bildirilir
9- Nitelikli çoğunluğun sağlanması
En az üçte iki çoğunluk ile alınacak kararlar ve anlaşma şartları Müdürlüğe bildirilir. Anlaşmaya katılmayan maliklerin bağımsız bölümlerine ilişkin arsa payları; Bakanlıkça tespit ettirilen arsa payı değeri üzerinden anlaşma sağlayan diğer paydaşlara açık artırma usulü ile satılır. Bu suretle paydaşlara satış gerçekleştirilemediği takdirde, bu paylar, Bakanlığın talebi üzerine, tespit edilen rayiç bedeli de Bakanlıkça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına resen tescil edilir ve yapılan anlaşma çerçevesinde değerlendirilmek üzere Bakanlığa tahsis edilmiş sayılır.
10- Satış ve tahsis işlemleri
Satış ve tahsis işlemleri sonlanınca uygulamaya geçilir.
Vergi borçlarını yapılandırma fırsatı başladı!
Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin 7020 sayılı Kanun Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Vergi borçlarını yapılandırma fırsatı başladı. Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin 7020 sayılı Kanun 27 Mayıs 2017 tarihli ve 30078 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Söz konusu Kanun ile;
- Vergi Dairelerine ödenmesi gereken vergi ve diğer borçların gecikme zamları ve faizlerinde Yİ-ÜFE (Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi) oranında güncelleme yapılması,
- Vergi aslına bağlı cezaların (vergi ziyaı) tamamen silinmesi,
- Vergi aslına bağlı olmayan usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezalarının %50’sinin silinmesi,
- Yapılandırılan tutarların ikişer aylık dönemler halinde 36 aya varan sürelerde taksitle ödenmesi,
- Peşin ödemelerde Yİ-ÜFE oranında hesaplanan tutardan AYRICA %50 İNDİRİM uygulanması,
- Yapılandırılan borçların kredi kartı ile ödenmesi gibi çok önemli imkanlar getirilmiştir.
Başvuruların;
- Gelir İdaresi Başkanlığı internet adresi üzerinden,
- Bağlı bulunulan vergi dairesine şahsen veya posta yoluyla
30 Haziran 2017 tarihi akşamına kadar yapılması gerekmektedir.
Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin 7020 sayılı Kanun Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Vergi borçlarını yapılandırma fırsatı başladı. Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin 7020 sayılı Kanun 27 Mayıs 2017 tarihli ve 30078 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Söz konusu Kanun ile;
- Vergi Dairelerine ödenmesi gereken vergi ve diğer borçların gecikme zamları ve faizlerinde Yİ-ÜFE (Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi) oranında güncelleme yapılması,
- Vergi aslına bağlı cezaların (vergi ziyaı) tamamen silinmesi,
- Vergi aslına bağlı olmayan usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezalarının %50’sinin silinmesi,
- Yapılandırılan tutarların ikişer aylık dönemler halinde 36 aya varan sürelerde taksitle ödenmesi,
- Peşin ödemelerde Yİ-ÜFE oranında hesaplanan tutardan AYRICA %50 İNDİRİM uygulanması,
- Yapılandırılan borçların kredi kartı ile ödenmesi gibi çok önemli imkanlar getirilmiştir.
Başvuruların;
- Gelir İdaresi Başkanlığı internet adresi üzerinden,
- Bağlı bulunulan vergi dairesine şahsen veya posta yoluyla
30 Haziran 2017 tarihi akşamına kadar yapılması gerekmektedir.
Konut kira artış oranı Haziran 2017!
Haziran ayında kira sözleşmesi yenilenen kiracılara ne kadar zam yapılacağı belli oldu. TÜİK enflasyon oranlarını geçtiğimiz günlerde açıkladı.
Borçlar Kanunu gereğince gayrimenkul kiralamalarında tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır. Bu oranları her ay TÜİK açıklar.
Haziran ayında kira sözleşmesi yenilenen kiracılara ne kadar zam yapılacağı belli oldu. TÜİK enflasyon oranlarını geçtiğimiz günlerde açıkladı.
Açıklanan verilere göre, yurt içi üretici fiyat endeksi aylık yüzde 0,52 arttı. Yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE), 2017 yılı Mayıs ayında bir önceki aya göre yüzde 0,52, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 7,74, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 15,26 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 9,02 artış gösterdi.
Yargıtay Kararı gereğince ÜFE oranlarından on iki aylık ortalamalar baz alınarak zam yapılıyor.
Buna göre Haziran 2017'de meskendeki kiracıya yüzde 9,02 oranında zam yapılacak.
Konut kira artış oranı hesaplama örneği Haziran 2017
Mevcut kira: 1000 lira
Artış oranı: Yüzde 9,02
Zam bedeli: 90,2 lira
Zamlı kira bedeli: 1090,2 lira
Borçlar Kanunu gereğince gayrimenkul kiralamalarında tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır. Bu oranları her ay TÜİK açıklar.
Haziran ayında kira sözleşmesi yenilenen kiracılara ne kadar zam yapılacağı belli oldu. TÜİK enflasyon oranlarını geçtiğimiz günlerde açıkladı.
Açıklanan verilere göre, yurt içi üretici fiyat endeksi aylık yüzde 0,52 arttı. Yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE), 2017 yılı Mayıs ayında bir önceki aya göre yüzde 0,52, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 7,74, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 15,26 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 9,02 artış gösterdi.
Yargıtay Kararı gereğince ÜFE oranlarından on iki aylık ortalamalar baz alınarak zam yapılıyor.
Buna göre Haziran 2017'de meskendeki kiracıya yüzde 9,02 oranında zam yapılacak.
Konut kira artış oranı hesaplama örneği Haziran 2017
Mevcut kira: 1000 lira
Artış oranı: Yüzde 9,02
Zam bedeli: 90,2 lira
Zamlı kira bedeli: 1090,2 lira
Baca temizleme araçları
Konutlarda bacaların temizliğinde kullanılan aletlerdir. Baca temizleme ekipmanları şunlardır; tel fırçalar, baca temizliği çıkrığı, ucunda metal ağırlık bulunan 30 metrelik ip, sanayi tipi elektrik süpürgesi, kurum toplama kaşığı, çeşitli ebatlarda spatula, kalın koruyucu naylon, baca aynası, takım sandığı ve baca kamerası merdiven.
Baca temizliği kaç yılda bir yapılır?
Doğalgazlı bacaların yılda bir, fuel oil – mazot ve kömür katı yakıtlı bacaların yılda 2 defa temizletilmesi can güvenliği için önemlidir.
Kombi bacası, merkezi sistem bacaları, şofben bacası, mutfak havalandırması, doğalgaz sobası, şömine ve barbekü bacalarının yılda bir sefer temizletilmesi gereklidir.
Baca temizliği neden önemlidir?
Baca kullanılan yakıt sonucu ortaya çıkan insan sağlığı açısından son derece zararlı olan gazların atmosfere karışmasını sağlar. Temizlenmeyen bacalar iyi çekiş vermeyeceğinden gaz atmosfere karışamaz ve zehirlenmelere neden olur. Yanma veriminin yüksek, ısınma maliyetinin düşük olması ve çevre sağlığının korunması için bacaların periyodik olarak temizletilmesi gerekmektedir.
Baca temizliği yaptırmak ve denetletmek zorunlu mudur?
Baca denetim çalışmaları, Belediye İtfaiye Yönetmeliği Madde 6 h bendine göre “Belediye sınırları içinde bacaları belediye meclisince tespit edilecek ücret karşılığında temizlemek veya temizlettirmek ve bacaları yangına karşı önlemler yönünden denetlemek,” ibaresine ve 21 Ekim 2006 Tarih ve 26326 Sayılı İtfaiye teşkillerinin Kuruluş, Görev, Eğitim ve Denetim Esaslarına dair yönetmelik ve 09 Eylül 2009 Tarih 27344 Sayılı "Binaların Yangından Korunması Hakkındaki Yönetmeliğin" İstanbul İtfaiye Daire Başkanlığına verdiği sorumluluk ve yetkiye dayanarak yapılmaktadır.
Baca temizliği nasıl yapılır?
Baca temizliğini yapacak olan firma konuyla ilgili detaylı ön bilgi verir.
Temizliğin yapılacağı yerde bilgilendirme amaçlı ön tespit yapar ve vatandaşa hizmetin ücreti ile ilgili bilgi verilmesine mütakip vatandaşın onay vermesi halinde baca temizliğine başlar.
Temizlikte kullanılacak malzemeler eksiksiz olarak hazır bulundurulur.
Kişisel koruyucu malzemeler: partikül tutucu maske,koruyucu gözlük,iş elpeni,iş elbisesi.sanayi tipi,çene bağlı baret, tam vücut koruma emniyet kemeri,
Baca temizliği ekipmanları: Çeşitli ebatlarda tel fırçalar, baca temizliği çıkrığı,ucunda metal ağırlık bulunan 30 metrelik ip, sanayi tipi elektrik süpürgesi, kurum toplama kaşığı çeşitli ebatlarda spatula, kalın koruyucu naylon, baca aynası, takım sandığı,baca kamerası merpen)
Baca temizleme ekibi en az 2 kişiden oluşmalıdır.
Ekipte çatı ve emiş ağzındaki kişilerin birbiriyle haberleşebilmesi için telsiz veya telefon olmalıdır.
Temizlik yapılacak alana koruyucu kalın naylon serilmelidir.
Bacaya bağlı olan cihaz kapatılmalıdır.
Bacanın sıcaklığı kontrol edilmelidir.
Baca kamerası ile temizlenmeden önceki kirli hali görüntülenmelidir (Tıkanıklık kontrol edilir)
Kişisel koruyucu malzemeler giyilmelidir.
Kişisel koruyucu malzemeler: partikül tutucu maske,koruyucu gözlük,iş elpeni,iş elbisesi.sanayi tipi,çene bağlı baret, tam vücut koruma emniyet kemeri
Isıtma cihazının bacaya bağlı kısmı bacadan ayrılmalıdır.
Baca emiş ağzı tamamen kapatılmalıdır.
Baca temizlik ekibinden bir kişi çatıya çıkar bacadan aşağıya doğru çelik halata bağlı fırçayı emiş ağzına doğru
indirir temizlik fırçası aşağıdan yukarıya doğru çekilirken bacanın tüm yüzeyine sürterek çekilmeli bu işlem birkaç defa tekrarlanmalıdır.
Çatıdaki işlem bittikten sonra tamamen kapatılan emiş ağzı tekrar açılmalı emiş ağzında birikmiş kurum ve atıklar vakum elektrik süpürgesi ve kurum toplama kaşığı ile alınmalıdır.
Duman tableti kullanarak baca çekiş testi yapılmalıdır.
Temizlik işlemi bittikten sonra bacanın temiz halinin görüntülenmelidir.
Isıtma cihazının baca bağlantısı yapılmalıdır.
Isıtma cihazı çalışıp çalışmadığı kontrol edilmelidir.
Raporlama ve fatura kesme işlemi yapılmalıdır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin baca denetim görevi nedir?
Belediye itfaiye yönetmeliğine göre; İstanbul Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisindeki baca ve yağlı kanal temizliklerini yapmak için her yıl şartları taşıyan firmalara yetki vermek.
Temizlenen sistemlerin denetim ve kontrolünü yerinde yaparak değerlendirmek.
Beyaz masa, İtfaiye web sitesi, İtfaiye Daire Başkanlığı ile bölge müdürlüklerine gelen şikâyetleri yerinde inceleyerek denetlemek, denetim sonucunda rapor hazırlayarak ilgili taraflara yazılı şekilde bildirmek.
Baca ve yağlı kanal sistemlerinin periyodik temizliğinin yaptırılmaması, can ve mal kaybı açısından hayati risk taşıyan sistemlerin standartlara uygun hale getirilmemesi durumunda ilgili işletmeyi, İlçe Belediyelerine, Büyükşehir Belediye Başkanlığı Kontrol Daire Başkanlığı ve Çevre Koruma ve Geliştirme Daire Başkanlığı’na bildirilmesini sağlamak.
Avrupa Yakası İtfaiye Müdürlüğü ve Anadolu Yakası İtfaiye Müdürlüğü’nden gelen, baca ve yağlı kanal sistemlerinden çıkan yangınlarla ilgili rapor, görüntü, fotoğraf, tüm bilgi ve belgeleri denetim ve eğitim faaliyetinde kullanmak üzere arşivlemek.
Baca temizliği kaç yılda bir yapılır?
Doğalgazlı bacaların yılda bir, fuel oil – mazot ve kömür katı yakıtlı bacaların yılda 2 defa temizletilmesi can güvenliği için önemlidir.
Kombi bacası, merkezi sistem bacaları, şofben bacası, mutfak havalandırması, doğalgaz sobası, şömine ve barbekü bacalarının yılda bir sefer temizletilmesi gereklidir.
Baca temizliği neden önemlidir?
Baca kullanılan yakıt sonucu ortaya çıkan insan sağlığı açısından son derece zararlı olan gazların atmosfere karışmasını sağlar. Temizlenmeyen bacalar iyi çekiş vermeyeceğinden gaz atmosfere karışamaz ve zehirlenmelere neden olur. Yanma veriminin yüksek, ısınma maliyetinin düşük olması ve çevre sağlığının korunması için bacaların periyodik olarak temizletilmesi gerekmektedir.
Baca temizliği yaptırmak ve denetletmek zorunlu mudur?
Baca denetim çalışmaları, Belediye İtfaiye Yönetmeliği Madde 6 h bendine göre “Belediye sınırları içinde bacaları belediye meclisince tespit edilecek ücret karşılığında temizlemek veya temizlettirmek ve bacaları yangına karşı önlemler yönünden denetlemek,” ibaresine ve 21 Ekim 2006 Tarih ve 26326 Sayılı İtfaiye teşkillerinin Kuruluş, Görev, Eğitim ve Denetim Esaslarına dair yönetmelik ve 09 Eylül 2009 Tarih 27344 Sayılı "Binaların Yangından Korunması Hakkındaki Yönetmeliğin" İstanbul İtfaiye Daire Başkanlığına verdiği sorumluluk ve yetkiye dayanarak yapılmaktadır.
Baca temizliği nasıl yapılır?
Baca temizliğini yapacak olan firma konuyla ilgili detaylı ön bilgi verir.
Temizliğin yapılacağı yerde bilgilendirme amaçlı ön tespit yapar ve vatandaşa hizmetin ücreti ile ilgili bilgi verilmesine mütakip vatandaşın onay vermesi halinde baca temizliğine başlar.
Temizlikte kullanılacak malzemeler eksiksiz olarak hazır bulundurulur.
Kişisel koruyucu malzemeler: partikül tutucu maske,koruyucu gözlük,iş elpeni,iş elbisesi.sanayi tipi,çene bağlı baret, tam vücut koruma emniyet kemeri,
Baca temizliği ekipmanları: Çeşitli ebatlarda tel fırçalar, baca temizliği çıkrığı,ucunda metal ağırlık bulunan 30 metrelik ip, sanayi tipi elektrik süpürgesi, kurum toplama kaşığı çeşitli ebatlarda spatula, kalın koruyucu naylon, baca aynası, takım sandığı,baca kamerası merpen)
Baca temizleme ekibi en az 2 kişiden oluşmalıdır.
Ekipte çatı ve emiş ağzındaki kişilerin birbiriyle haberleşebilmesi için telsiz veya telefon olmalıdır.
Temizlik yapılacak alana koruyucu kalın naylon serilmelidir.
Bacaya bağlı olan cihaz kapatılmalıdır.
Bacanın sıcaklığı kontrol edilmelidir.
Baca kamerası ile temizlenmeden önceki kirli hali görüntülenmelidir (Tıkanıklık kontrol edilir)
Kişisel koruyucu malzemeler giyilmelidir.
Kişisel koruyucu malzemeler: partikül tutucu maske,koruyucu gözlük,iş elpeni,iş elbisesi.sanayi tipi,çene bağlı baret, tam vücut koruma emniyet kemeri
Isıtma cihazının bacaya bağlı kısmı bacadan ayrılmalıdır.
Baca emiş ağzı tamamen kapatılmalıdır.
Baca temizlik ekibinden bir kişi çatıya çıkar bacadan aşağıya doğru çelik halata bağlı fırçayı emiş ağzına doğru
indirir temizlik fırçası aşağıdan yukarıya doğru çekilirken bacanın tüm yüzeyine sürterek çekilmeli bu işlem birkaç defa tekrarlanmalıdır.
Çatıdaki işlem bittikten sonra tamamen kapatılan emiş ağzı tekrar açılmalı emiş ağzında birikmiş kurum ve atıklar vakum elektrik süpürgesi ve kurum toplama kaşığı ile alınmalıdır.
Duman tableti kullanarak baca çekiş testi yapılmalıdır.
Temizlik işlemi bittikten sonra bacanın temiz halinin görüntülenmelidir.
Isıtma cihazının baca bağlantısı yapılmalıdır.
Isıtma cihazı çalışıp çalışmadığı kontrol edilmelidir.
Raporlama ve fatura kesme işlemi yapılmalıdır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin baca denetim görevi nedir?
Belediye itfaiye yönetmeliğine göre; İstanbul Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisindeki baca ve yağlı kanal temizliklerini yapmak için her yıl şartları taşıyan firmalara yetki vermek.
Temizlenen sistemlerin denetim ve kontrolünü yerinde yaparak değerlendirmek.
Beyaz masa, İtfaiye web sitesi, İtfaiye Daire Başkanlığı ile bölge müdürlüklerine gelen şikâyetleri yerinde inceleyerek denetlemek, denetim sonucunda rapor hazırlayarak ilgili taraflara yazılı şekilde bildirmek.
Baca ve yağlı kanal sistemlerinin periyodik temizliğinin yaptırılmaması, can ve mal kaybı açısından hayati risk taşıyan sistemlerin standartlara uygun hale getirilmemesi durumunda ilgili işletmeyi, İlçe Belediyelerine, Büyükşehir Belediye Başkanlığı Kontrol Daire Başkanlığı ve Çevre Koruma ve Geliştirme Daire Başkanlığı’na bildirilmesini sağlamak.
Avrupa Yakası İtfaiye Müdürlüğü ve Anadolu Yakası İtfaiye Müdürlüğü’nden gelen, baca ve yağlı kanal sistemlerinden çıkan yangınlarla ilgili rapor, görüntü, fotoğraf, tüm bilgi ve belgeleri denetim ve eğitim faaliyetinde kullanmak üzere arşivlemek.
Kerpiç nedir ?
Yeryüzünde insanoğlunun kullandığı ilk yapı malzemesidir. Avcılık - toplayıcılık döneminde yaşarken, günümüzden 11 bin yıl önce yaşayan Göbeklitepe halkı da ev inşa etmek için kerpiç kullanmıştır.
Kerpiç nedir?
Kasaba ve köy gibi kırsal kesimde kullanılan yapı malzemesidir. Kerpiç, Türk Dil Kurumu’na (TDK) göre; “duvar örmekte kullanılmak için kalıplara dökülüp güneşte kurutulmuş saman ve balçık karışımı ilkel tuğla”dır.
Kerpiç, balçıktan yapılan ve pişirilmek yerine kurutularak sertleşmesi sağlanan yapı malzemesi. Kerpiç yapmak için özlendirilmiş balçık kalıplara dökülür. Arasına saman sapı gibi çamuru bir arada tutmaya yarayan başka malzemeler de karıştırılabilir. Önce gölgede, sonra da güneşte kurutularak sertleştirilir.
Kerpiç neden tercih edilir?
Kerpiç, duvar örmek için kullanılmak üzere tahta kalıplara dökülerek güneşte kurutulmuş balçıktır. Kerpiç, daha çok köy evlerinin yapımında kullanılır. Hem iktisadi bakımdan ucuz, hem de kışın sıcak tuttuğu için tercih edilir. Bir çeşit pişirilmemiş tuğla gibidir.
Kerpiçin tarihçesi nedir?
Kerpiç çok eski çağlardan beri yapı malzemesi olarak kullanılagelmiştir. Kaldeliler ve Sümerler yapılarında kerpiç kullanmışlardır. Bunlar kerpiçleri birbirine ziftle yapıştırırlardı. Bu bakımdan yaptıkları evler sağlam olurdu. Bu evlerin üzerini de çamur, kireç veya zift tabakasıyla örterlerdi.
Anadolu'da yapılan çeşitli kazılar, Hititlerin bile evlerini kerpiçten yaptıklarını göstermiştir. Günümüzde de Anadolu köylüsü evini ekonomik bakımdan ve sıcağı muhafaza bakımından kerpiçten yapmaktadırlar. Kerpiç aynı zamanda rutubetlenmeyi önlediğinden bununla yapılan evler daha sıhhi olur, oturanlarda romatizma pek görülmez ve tedavi için uygundur.
Kerpiç en eski yapı malzemelerinden biridir; yeryüzünün ahşabın az olduğu bazı bölgelerinde binlerce yıldan beri kullanılmaktadır. Ayrıca yapılmasının kolay oluşu ve sıcak ya da soğuğa karşı yalıtım sağlaması da seçilmesindeki önemli etkenlerdendir. En eski kerpiç yapılara Mezopotamya’da rastlanır. Akdeniz çevresindeki ülkelerde de yaygın olarak kerpiç kullanılmıştır. Ayrıca beyazların yerleşiminden önce Amerika Yerlilerinin kerpiç yapılar yaptıkları bilinmektedir. Önceleri elde yapılmış yumrular biçimindeki kerpiçin, İspanyol işgalinden sonra kalıplara dökülerek üretilmesi yaygınlaşmıştır. İspanyolların da bu yöntemi Kuzey Afrikalılardan öğrendiği sanılmaktadır.
Kerpiç nasıl hazırlanır?
Kerpiç yapılacak toprak, su ile karıştırılarak içine saman serpilir ve karışım ayakla çiğnenip ezilmek suretiyle çamur haline getirilir. Bu işe çamurun özlendirilmesi denir. Özlendirilmiş çamur, kerpiç biçimine sokulmuş, tahta bölmelerden yapılı kalıplara dökülür.
Kerpiç çamuru hazırlandıktan sonra ahşap ya da metal kalıplara dökülür. Yörelere göre değişiklik göstermekle birlikte, kerpiçlerin kalınlığı genellikle 8-13 cm, eni 25-30 cm, boyu da 35-50 cm olur. Yapıldıktan sonra bir süre yerde bekletilen kerpiç daha sonra diklemesine yerleştirilir, böylece çabuk ve iyi kuruması sağlanır. Kurutma kurak iklim bölgelerinde aşağı yukarı iki hafta sürer. İçine saman sapı gibi lifli bir malzemenin karıştırılması, kerpiçin kururken çatlamasını önler, ama taşıma gücüne büyük bir katkı yapmaz.
Kerpiç duvar nasıl örülür?
Kerpiç duvarlar genellikle taş ya da beton gibi sağlam ve suya dayanıklı bir temel üstüne oturtulur. Böyle yapılmazsa, alt bölümler zemin suyunu emer, yumuşama ve bozulma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Kerpiçler gene aynı karışımdan yapılmış yaş harçla birbirine yapıştırılır; üstleri de gene bu harçla sıvanır, sonra kireçle badanalanır. İyi yapılmış ve bakılmış bir kerpiç yapı yüzyıllarca ayakta kalabilir.
Toprağın pişirilmeden kullanıldığı bir başka yapım yöntemi de sıkıştırılmış çamurla duvar yapmaktır. Bu yöntem, kum oranı yüksek, kil oranı düşük topraklarda uygulanır. Bu toprak, yüzde 10 oranında su eklenerek yumuşatıldıktan sonra yapılacak duvarı çevreleyecek biçimde hazırlanmış ve en az 30 cm kalınlığındaki kalıplara dökülür. Dökülen çamur ayakla ezilerek ya da sıkıştırma çubuklarıyla bastırılarak sıkıştırılır. Kuruduktan sonra kalıplar kaldırılınca duvar kalır. Bu tür duvarların iklim koşullarına daha çok dayanabilmesi için üstleri çamur ya da katranla sıvanır. Günümüzdeki uygulamalarda duvarı oluşturan çamurun içine çimento, zift gibi malzemeler karıştırılmakta, üstü de kireç ya da çimento harcıyla sıvanmaktadır.
Kerpiç sempozyumunda neler konuşuldu?
Mimarlar Odası Konya Şubesi'nin düzenlediği 2. Kerpiç Sempozyumu, 30 Kasım 2013 tarihinde Hilton Garden Inn Otel'de gerçekleşti. Sempozyumda toprak yapıların dünü ve bugünü üzerinde duruldu. Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhçu da katıldı...
Sempozyuma Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhçu, Mimarlar Odası Konya Şube Başkanı M. Serdar Işık, Prof. Dr. Ruhi Kafescioğlu, diğer illerden gelen şube başkanları, birçok mimar ve öğrenci katıldı.
Haberdar Gazetesi’nden Şerife Bağcı’nın haberine göre; sempozyumda konuşan Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhçu, zamanında toprak yapıların, yani kerpiç evlerin bu coğrafyada sıkça kullanılan bir yapı malzemesi olduğunu, ancak bugün kerpiç evlerin, betonarme binalara tercih edildiğini söyledi.
Kerpiç nedir?
Kasaba ve köy gibi kırsal kesimde kullanılan yapı malzemesidir. Kerpiç, Türk Dil Kurumu’na (TDK) göre; “duvar örmekte kullanılmak için kalıplara dökülüp güneşte kurutulmuş saman ve balçık karışımı ilkel tuğla”dır.
Kerpiç, balçıktan yapılan ve pişirilmek yerine kurutularak sertleşmesi sağlanan yapı malzemesi. Kerpiç yapmak için özlendirilmiş balçık kalıplara dökülür. Arasına saman sapı gibi çamuru bir arada tutmaya yarayan başka malzemeler de karıştırılabilir. Önce gölgede, sonra da güneşte kurutularak sertleştirilir.
Kerpiç neden tercih edilir?
Kerpiç, duvar örmek için kullanılmak üzere tahta kalıplara dökülerek güneşte kurutulmuş balçıktır. Kerpiç, daha çok köy evlerinin yapımında kullanılır. Hem iktisadi bakımdan ucuz, hem de kışın sıcak tuttuğu için tercih edilir. Bir çeşit pişirilmemiş tuğla gibidir.
Kerpiçin tarihçesi nedir?
Kerpiç çok eski çağlardan beri yapı malzemesi olarak kullanılagelmiştir. Kaldeliler ve Sümerler yapılarında kerpiç kullanmışlardır. Bunlar kerpiçleri birbirine ziftle yapıştırırlardı. Bu bakımdan yaptıkları evler sağlam olurdu. Bu evlerin üzerini de çamur, kireç veya zift tabakasıyla örterlerdi.
Anadolu'da yapılan çeşitli kazılar, Hititlerin bile evlerini kerpiçten yaptıklarını göstermiştir. Günümüzde de Anadolu köylüsü evini ekonomik bakımdan ve sıcağı muhafaza bakımından kerpiçten yapmaktadırlar. Kerpiç aynı zamanda rutubetlenmeyi önlediğinden bununla yapılan evler daha sıhhi olur, oturanlarda romatizma pek görülmez ve tedavi için uygundur.
Kerpiç en eski yapı malzemelerinden biridir; yeryüzünün ahşabın az olduğu bazı bölgelerinde binlerce yıldan beri kullanılmaktadır. Ayrıca yapılmasının kolay oluşu ve sıcak ya da soğuğa karşı yalıtım sağlaması da seçilmesindeki önemli etkenlerdendir. En eski kerpiç yapılara Mezopotamya’da rastlanır. Akdeniz çevresindeki ülkelerde de yaygın olarak kerpiç kullanılmıştır. Ayrıca beyazların yerleşiminden önce Amerika Yerlilerinin kerpiç yapılar yaptıkları bilinmektedir. Önceleri elde yapılmış yumrular biçimindeki kerpiçin, İspanyol işgalinden sonra kalıplara dökülerek üretilmesi yaygınlaşmıştır. İspanyolların da bu yöntemi Kuzey Afrikalılardan öğrendiği sanılmaktadır.
Kerpiç nasıl hazırlanır?
Kerpiç yapılacak toprak, su ile karıştırılarak içine saman serpilir ve karışım ayakla çiğnenip ezilmek suretiyle çamur haline getirilir. Bu işe çamurun özlendirilmesi denir. Özlendirilmiş çamur, kerpiç biçimine sokulmuş, tahta bölmelerden yapılı kalıplara dökülür.
Kerpiç çamuru hazırlandıktan sonra ahşap ya da metal kalıplara dökülür. Yörelere göre değişiklik göstermekle birlikte, kerpiçlerin kalınlığı genellikle 8-13 cm, eni 25-30 cm, boyu da 35-50 cm olur. Yapıldıktan sonra bir süre yerde bekletilen kerpiç daha sonra diklemesine yerleştirilir, böylece çabuk ve iyi kuruması sağlanır. Kurutma kurak iklim bölgelerinde aşağı yukarı iki hafta sürer. İçine saman sapı gibi lifli bir malzemenin karıştırılması, kerpiçin kururken çatlamasını önler, ama taşıma gücüne büyük bir katkı yapmaz.
Kerpiç duvar nasıl örülür?
Kerpiç duvarlar genellikle taş ya da beton gibi sağlam ve suya dayanıklı bir temel üstüne oturtulur. Böyle yapılmazsa, alt bölümler zemin suyunu emer, yumuşama ve bozulma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Kerpiçler gene aynı karışımdan yapılmış yaş harçla birbirine yapıştırılır; üstleri de gene bu harçla sıvanır, sonra kireçle badanalanır. İyi yapılmış ve bakılmış bir kerpiç yapı yüzyıllarca ayakta kalabilir.
Toprağın pişirilmeden kullanıldığı bir başka yapım yöntemi de sıkıştırılmış çamurla duvar yapmaktır. Bu yöntem, kum oranı yüksek, kil oranı düşük topraklarda uygulanır. Bu toprak, yüzde 10 oranında su eklenerek yumuşatıldıktan sonra yapılacak duvarı çevreleyecek biçimde hazırlanmış ve en az 30 cm kalınlığındaki kalıplara dökülür. Dökülen çamur ayakla ezilerek ya da sıkıştırma çubuklarıyla bastırılarak sıkıştırılır. Kuruduktan sonra kalıplar kaldırılınca duvar kalır. Bu tür duvarların iklim koşullarına daha çok dayanabilmesi için üstleri çamur ya da katranla sıvanır. Günümüzdeki uygulamalarda duvarı oluşturan çamurun içine çimento, zift gibi malzemeler karıştırılmakta, üstü de kireç ya da çimento harcıyla sıvanmaktadır.
Kerpiç sempozyumunda neler konuşuldu?
Mimarlar Odası Konya Şubesi'nin düzenlediği 2. Kerpiç Sempozyumu, 30 Kasım 2013 tarihinde Hilton Garden Inn Otel'de gerçekleşti. Sempozyumda toprak yapıların dünü ve bugünü üzerinde duruldu. Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhçu da katıldı...
Sempozyuma Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhçu, Mimarlar Odası Konya Şube Başkanı M. Serdar Işık, Prof. Dr. Ruhi Kafescioğlu, diğer illerden gelen şube başkanları, birçok mimar ve öğrenci katıldı.
Haberdar Gazetesi’nden Şerife Bağcı’nın haberine göre; sempozyumda konuşan Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhçu, zamanında toprak yapıların, yani kerpiç evlerin bu coğrafyada sıkça kullanılan bir yapı malzemesi olduğunu, ancak bugün kerpiç evlerin, betonarme binalara tercih edildiğini söyledi.
Yapı kooperatifi nedir ?
Kooperatif, gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıkların genel adıdır. Kurulan kooperatifin, inşaat yapmak amacı taşıyanlarına ise ‘Yapı Kooperatifi’ denir. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, bakanlığınğn görev alanında bulunan yapı kooperatiflerinin Gümrük ve Ticaret Bakanlığına devredileceğini açıkladı.
Kooperatif nedir?
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 1’inci maddesinde kooperatifler şöyle tanımlanıyor;
“Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif denir”
Kooperatif nasıl kurulur?
En az 7 ortaklık ile kurulabilen kooperatiflerin bir ana sözleşme imzalaması ve noterce onaylatması gerekiyor. Ayrıca sermaye miktarı sınırlandırılarak kooperatif kurulamıyor. "Kooperatif nasıl kurulur?" sorusunu yanıtladıktan sonra, kooperatif ana sözleşmesi ile ilgili hususlara değinelim.
Ticaret Bakanlığına verilmesi gereken ana sözleşmenin bakanlık tarafından onaylanması halinde, ooperatif merkezinin bulunduğu yer ticaret siciline tescil ve ilan olunuyor.
Tescil ve ilan olunacak hususlar şu şekilde sıralanıyor;
1. Ana sözleşme tarihi,
2. Kooperatifin amacı, konusu ve varsa süresi,
3. Kooperatifin unvanı ve merkezi,
4. Kooperatifin sermayesi ve bunun nakdi kısmına karşılık olarak ödenen en az miktar ve her ortaklık payının değeri,
5. Ortaklık payı belgelerinin ada yazılı olduğu,
6. Ayni sermaye ve devralınan akçalı kıymetlerle işletmelerin neden ibaret oldukları ve bunlara biçilen değerler,
7. Kooperatifin ne suretle temsil olunacağı ve denetleneceği,
8. Yönetim Kurulu üyeleriyle kooperatifi temsile yetkili kimselerin ad ve soyadları,
9. Kooperatifin yapacağı ilanların şekli ve anasözleşmede de bu hususta bir hüküm varsa yönetim kurulu kararlarının
pay sahiplerine ne suretle bildirileceği,
10. Kooperatifin şubeleri: Kooperatifler, lüzum gördükleri takdirde memleket içinde ve dışında şubeler açabilirler.
Şubeler, merkezin sicil kaydına atıf yapılmak suretiyle bulundukları yer ticaret siciline tescil olunurlar.Ticaret Bakanlığı, ana sözleşmelerin, kanunun ihtiyari hükümlerinden ayrıldığını ileri sürerek kooperatifleri kuruluşuna izin vermekten kaçınamaz. Anasözleşmenin değişiklikleri de kuruluştaki usullere bağlıdır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, kaç bin yapı kooperatifini Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na devredecek?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görev alanında bulunan yapı kooperatifleri, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na devredilecek.
Hazırlanan İmar Kanunu taslağına göre, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görev alanındaki yapı kooperatiflerinin kuruluşu, yetki ve görevleriyle ilgili işlemleri artık Gümrük ve Ticaret Bakanlığı yürütecek.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca başlatılmış veya planlanmış iş ve işlemleri yürütmeye, bunlar hakkında yeni iş ve işlemler yapmaya, gerekli gördüklerini tasfiye etmeye yetkili olacak.
Ancak yapıya yönelik harita, plan, etüt, proje ve yapı denetim işlemleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca yapılacak.
Anadolu Ajansı’nın (A.A.) 02 Aralık 2013 tarihli haberine göre; Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, kooperatiflerin halihazırda üç ayrı bakanlığın görev alanında bulunduğunu bildirdi.
Bu durumun uygulamada ve denetimlerde sıkıntılara neden olduğunu ifade eden Bayraktar, kooperatiflerle ilgili daha çok ticari şikayetler geldiğine dikkati çekti.
Kooperatiflerin görev ve yetkileri, ortaklıkları, genel kurul, tasfiye gibi uygulamalarının Kooperatifler ve Türk Ticaret kanunlarında yer alan hükümler kapsamında değerlendirildiğine işaret eden Bayraktar, yapı kooperatiflerine yönelik işlemlerin, imar mevzuatından ziyade hukuki ve ticari mevzuat kapsamında bulunduğunu vurguladı.
Bayraktar, kooperatiflerin imar ve yapısal açıdan denetlemesini ise kendilerinin yapacağını kaydetti.
Türkiye’de kaç yapı kooperatifi var? En çok hangi ilde?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre, Türkiye genelinde 53 bin 49 yapı kooperatifi bulunuyor. Bunların 49 bin 910'u konut, bin 732'si iş yeri, bin 85'i küçük sanayi, 311'i konut yapı kooperatifleri birliği, 5'i küçük sanayi sitesi yapı kooperatifleri birliği, 6'sı toplu iş yeri yapı kooperatifleri birliğinden oluşuyor.
Ankara, 12 bin 508 yapı kooperatifi ile ilk sırada yer alırken, bu şehri 10 bin 746 ile İstanbul, 5 bin 483 ile İzmir, 4 bin 232 ile Konya, 3 bin 884 ile Antalya, 3 bin 266 ile Bursa, 2 bin 453 yapı kooperatifiyle de Adana takip ediyor.
Kooperatifler hakkında en çok sorulan sorular ve cevapları nelerdir?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın internet sitesinde yer alan “Kooperatifler hakkında bilmek istedikleriniz” başlıklı soru – cevap metni şöyle;
________________________________________
Soru: Bir yapı kooperatifi kaç kişi ile kurulur?
Cevap: Bir yapı kooperatifi en az 7 gerçek ve/veya 1163 sayılı Kooperatifler kanununda belirtilen tüzel kişilerce kurulur.
________________________________________
Soru: Bir kooperatif nasıl tüzel kişilik kazanır?
Cevap: Bir kooperatif ticaret siciline tescil ile tüzel kişilik kazınır.
________________________________________
Soru: Kooperatif ortaklığına nasıl girilir?
Cevap: Medeni haklarını kullanma yeterliliğine sahip gerçek kişiler ile 1163 kooperatifler kanununda sayılan tüzel kişiler kooperatif anasözleşmesini bütün hak ve ödevleriyle birlikte kabul ettiklerini belirten bir yazı ile yönetim kuruluna başvurur. Yönetim kurulunca alınacak kararı müteakip ortaklık sıfatı kazanılır.
________________________________________
Soru: Hangi tüzel kişiler kooperatife ortak olabilirler?
Cevap: Özel idareler, belediyeler, köyler gibi kamu tüzel kişileri ile cemiyetler ve dernekler, kamu iktisadi teşebbüsleri ve kooperatifler amaçları bakımından ilgilendikleri kooperatiflere ortak olabilirler.
________________________________________
Soru: Yönetim kurulu bir ortağın çıkma isteğini kabulden kaçınırsa ne yapılması gerekir?
Cevap: Yönetim kurulu, anasözleşmeye uygun olarak yapılacak isteğe rağmen bir ortağın kooperatiften istifasını kabulden kaçınacak olursa, ortak çıkma dileğini noter aracılığıyla kooperatife bildirir. Bildiri tarihinden itibaren çıkma gerçekleşir.
________________________________________
Soru: Ortaklık devredilebilir mi?
Cevap: Ortaklık devredilebilir. Yönetim kurulu ortaklığı devralan kişinin ortaklık niteliklerini taşıması halinde , bu kişiyi ortaklığa kabul eder.Dair halinde eski kooperatife karşı tüm hak ve yükümlülükleri yeni ortağa geçer.
________________________________________
Soru: Bir ortaklık payının değeri nedir?
Cevap: Bir ortaklık payının değeri 100.-TL (Yüz)dır. Kooperatife giren ortaklar en çok 5.000 pay taahhüt edebilirler
________________________________________
Soru: Ortak olan kişi hemen genel kurul toplantısına katılma hakkına sahip mi dir?
Cevap: Üç ay evvel ortak olmayanlar hariç her ortak genel kurula katılma hakkına sahiptir. Yapı kooperatiflerinde genel kurul toplantılarına katılmak için bu şart aranmaz.Dolayısıyla, yapı kooperatiflerine ortak olanlar hemen, diğer kooperatiflerdeki ortaklar ise ortaklığa kabul tarihinden itibaren üç ay sonra genel kurul toplantılarına katılma hakkını kazanırlar.
________________________________________
Soru: Genel kurul toplantısında bir den fazla payı olan kişiler nasıl oy kullanacaklardır?
Cevap: Genel kurulda kaç tane payı olursa olsun bir ortak yalnızca bir oy kullanabilir.
________________________________________
Soru: Genel kurul toplantısında ortağı kimler temsil edebilir?
Cevap: Genel kurul toplantısında bir ortak yazı ile izin vermek suretiyle oyunu ancak başka bir ortağa kullandırabilir. Bir ortak genel kurulda birden fazla ortağı temsil edemez. Ortak sayısı 1000’ın üstünde olan kooperatiflerde anasözleşme ile ortağın en çok 9 olmak üzere birden fazla ortağı temsil etmesi öngörülebilir. Es ve birinci derece akrabalarda temsilde ortaklık şartı aranmaz. (Ortağın;çocuğu,anne ve babası,eşinin annesi babası)
________________________________________
Soru: Yönetim kurulu en az kaç üyeden oluşur?
Cevap: Yönetim kurulu en az 3 üyeden oluşur. Bunların ve yedeklerinin kooperatifin ortağı olması, ayrıca 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 56. maddesindeki şartları taşıması gerekir.
________________________________________
Soru: Her yıl genel kurul toplantısı yapılması zorunlu mudur?
Cevap: Genel Kurul Olağan ve Olağanüstü olmak üzere 2 şekilde toplanır.Olağan genel kurul toplantısının her hesap devresi sonundan itibaren 6 ay içinde ve Yılda enaz bir defa yapılması zorunludur.
________________________________________
Soru: Bir ortaklık payına birden fazla kişinin ortak olup olamayacağı konusunda bilgi verir mi siniz?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 19. maddesine göre, kooperatife giren her şahıstan en az bir ortaklık payı alınması gerekir. Dolayısıyla da bir pay ve bu paya bağlı haklar için kooperatife yalnızca bir ortak alınabilir.
Ancak, Kooperatifler Kanununda ve Konut Yapı Kooperatifi Anasözleşmesinde, bir pay için birden fazla kişinin ortak olması halinde bu kişilerle kooperatif arasındaki ilişkinin nasıl yürütüleceği konusunda açık hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda, 1163 Sayılı Kanunun 98. maddesi atfıyla Türk Ticaret Kanununun anonim şirketlere ilişkin 400. maddesinin uygulanması gerekmektedir. Buna göre, ortaklık payı kooperatife karşı bölünemeyeceğinden, bir paya birden fazla kişi ortak olmuş ise, bunlar kooperatife karşı haklarını ortak bir temsilci aracılığıyla kullanabileceklerdir. Ortak bir temsilci tayin etmedikleri takdirde kooperatifçe bunlardan birine yapılacak bildirim hepsi için geçerli olacaktır. Bir paya ortak olan birden fazla kişiden her hangi birisinin ihracı için Anasözleşmede gösterilen ihraç nedenlerinden birine dayanılması gerekir. Böylece, aynı paya sahip olanlardan birinin ortaklıktan çıkarılıp diğerlerinin ortak olarak kalması ise payın bölünmezliği ilkesine aykırılık oluşturacağından, ihraç işleminin bunları da etkileyeceği sonucuna varılmaktadır.
Ancak, Anasözleşmede gösterilen ihraç nedenlerinden birine dayanmaksızın salt bir payın birden çok ortağı olamayacağı gerekçesiyle ortaklıktan çıkarılma işleminin uygulanması mümkün görülmemektedir.
Bununla birlikte, gerek 1163 Sayılı Yasanın 19. maddesinde güdülen amaç, gerekse karışıklıkların önlenmesi bakımından bir paya bir kişinin tek başına sahip olunmasında da yarar bulunmaktadır.
________________________________________
Soru: Aidat ödemesini geciktiren ortaklardan gecikme faizi alınabilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununda, ödemelerini geç yapan ortaklara gecikme bedeli (gecikme bedeli) yürütüleceğine ilişkin bir hüküm bulunmamakla birlikte, kooperatif ortaklarının ödemelerini geciktirmeleri halinde Kooperatifler Kanununun 23. maddesi çerçevesinde genel kurulca kararlaştırılmak kaydıyla borçalar kanununa uygun olarak gecikme faizi alınması mümkün bulunmaktadır.
Ayrıca, Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 23/6. maddesine göre, genel kurulun, ortaklardan tahsil edilecek taksit miktar ve ödeme şartları ile gecikme halinde uygulanacak esasları belirleme yetkisi bulunmaktadır.
Genel kurulca, kooperatif amaçlarının gerçekleştirilmesi ve eşitlik ilkesi gözetilerek belirlenen ödenti, gecikme faizi vb. gibi parasal yükümlülüklerin, ortaklarca, yine genel kurulca belirlenen esaslar doğrultusunda yerine getirilmesi; aksi davranışta bulunan ortaklar içinde Anasözleşmede belirtilen yaptırımların uygulanması gerekmektedir. Parasal yükümlülüklerini hiç veya zamanında yerine getirmeyen ortaklar için yapılacak uygulamanın (gecikme faizi, ortaklıktan çıkarma), borç miktarı, gecikme süresi, kooperatifin durumu gibi kıstaslar gözönüne alınarak yönetim kurulunca belirlenmesi uygun olacaktır.
1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 23. maddesine göre, ortaklar, bu Kanunun kabul ettiği esaslar çerçevesinde hak ve vecibelerde eşit olduklarından, parasal yükümlülüğünü bilinçli olarak yerine getirmeyen ortakla, ekonomik nedenlerle yerine getirmeyen ortak arasında bir ayrım yapılması mümkün değildir.
________________________________________
Soru: Yönetim kurulu üyelerine tercihli daire verilebilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 56. maddesinde;
“Yönetim kurulu üyelerine genel kurulca belirlenen aylık ücret, huzur hakkı, risturn ve yolluk dışında hiçbir ad altında başkaca ödeme yapılamaz.”
denilmektedir.
Buna göre, yönetim kurulu üyeleri yaptıkları hizmetler nedeniyle, Kanunun anılan maddesinde öngörülen imkanlara kavuşturulmuş bulunmaktadır. Bunun dışında kalan hususlarda bir yönetim kurulu üyesi ile kooperatif ortağı arasında her hangi bir fark görülmemekte, diğer ortaklar gibi aynı hak ve yükümlülüklere sahip olunmaktadır.
Kanun ve Anasözleşmelerde, yönetim kurulu üyelerine kura çekimine tabi tutulmadan tercihli daire seçme hakkının verilmesine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığından, böyle bir uygulama 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 23. maddesindeki eşitlik kuralına aykırılık teşkil edecektir. 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 23. maddesinde öngörülen bu kural emredici nitelikte olup, kura çekimi işlemlerinde de uygulanması gerekmektedir.
________________________________________
Soru: Bir genel kurulu kararı bir sonraki genel kurul kararıyla değiştirilebilir mi?
Cevap: Genel kurulca verilmiş kararların, sonradan başka bir genel kurul kararıyla değiştirilmediği ya da mahkeme tarafından iptal edilmediği sürece yürürlükte olacağı ve uygulanması gerekeceği doğaldır.
________________________________________
Soru: Kooperatif yönetim kurulunca genel kurul kararı olmaksızın para istenilebilir mi?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 23. maddesine göre, ortaklardan tahsil edilecek taksit miktar ve ödeme şartları ile gecikme halinde uygulanacak esasları tespit etmek yetkisi genel kurulun görev ve yetkilerindendir.
Bu nedenle, genel kurul kararı olmaksızın yönetim kurulu kararı ile ortaklardan herhangi bir ödemenin istenmesi mümkün bulunmamaktadır.
________________________________________
Soru: Denetim kurulu üyeleri genel kurulu toplantıya çağırabilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 43. maddesine göre, gerektiğinde denetçiler kurulu, kooperatifin ortağı bulunduğu üstbirlik ve tasfiye memurları genel kurulu toplantıya çağırma yetkisine sahiptir.
Bu çerçevede, denetçilerin gerektiğinde genel kurulu toplantıya çağırmadan önce yönetim kurulu üyelerinin onayını almasına gerek bulunmamaktadır.
________________________________________
Soru: Eski yönetim kurulunun devir ve teslim işlemleri konusunda bilgi verir misiniz?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Anasözleşmesinin 73. maddesi gereğince, yönetim kurulu üyeleri ve kooperatif memurları görev devir ve teslimleri sırasında sorumlulukları altındaki para, mal, defter, belge ve diğer kooperatif varlıklarını bir tutanakla yeni görevlilere teslim etmekle yükümlüdür. Eski yönetim kurulunca bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi durumunda, yeni yönetim kurulunun yargı organlarına başvurarak devir ve teslim işlemlerinin gerçekleştirilmesini sağlamaya çalışması mümkün bulunmaktadır.
________________________________________
Soru: Ferdi Mülkiyete geçen kooperatiflerin tasfiyeden dönüp dönemeyeceği konusunda bilgi verir misiniz?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 81. maddesine göre; Konut Yapı Kooperatifleri, Anasözleşmede gösterilen işlerin tamamlanması ve ferdi mülkiyete geçilip konutların ortaklar adına tescil edilmesi ile amacına ulaşmış sayılır ve dağıtılır. Ancak, tescil tarihinden itibaren altı ay içerisinde usulüne uygun şekilde Anasözleşme değişikliği yapılarak kooperatifin amacının değiştirilmesi halinde dağılmaya ilişkin hüküm uygulanmaz.
Bu nedenle, Kooperatifler Kanununun 81. maddesinde öngörülen 6 aylık süre içinde amaç değişikliği yapmayarak tasfiyesine karar verilen ve halen tasfiye işlemleri sürmekte olan kooperatifin tasfiyesinden dönülmesi mümkün bulunmamakta ve tasfiye işlemlerinin tamamlanması gerekmektedir.
______________________________________
Soru: Ölen ortağın durumu konusunda bilgi verir misiniz?
Cevap: Örnek Anasözleşmesinin “Ölen Ortağın Durumu” başlıklı maddesinde; “Ölen ortağın kanuni mirasçılarının üç ay içinde temsilci tayin ederek kooperatife bildirmeleri halinde, ortaklık hak ve yükümlülükleri kanuni mirasçıları lehine devam eder.
Mirasçıların temsilci tayin etmemeleri ve ortaklığa devam etmek istememeleri halinde, ölen ortağın alacak ve borçları 15’nci madde hükümlerine göre tasfiye edilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, ölen ortakların kanuni mirasçılarının üç ay içinde temsilci tayin etmemeleri halinde, 15. madde hükümlerine göre alacak ve borçlarının tasfiye edilmesi gerekecektir.
Öte yandan, ölen ortakların adreslerinin de bilinemediği durumlarda ortakların, 15. madde uyarınca doğan alacaklarının Bankalarda açtırılacak özel bir hesapta korunması ve kanuni mirasçılarının adreslerine ulaşılması yönünde çaba sarf edilerek, mirasçıların bu alacağı tahsile davet edilmesi yerinde görülmektedir.
Ayrıca, anasözleşmenin 15. maddesi uyarınca, ortaklığı sona erenlerin alacak ve hakları, bunları isteyebilecekleri günden itibaren beş yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.
Dolayısıyla, kanuni mirasçıların son isteme tarihinden itibaren beş yıl süre ile alacak ve hakları istememeleri durumunda, ölen ortağın belirtilen alacak ve haklarının kooperatif hesaplarına gelir kaydedilmesi uygundur.
________________________________________
Soru: Ortaklığın devri, devir alan ortağın yükümlülükleri konusunda bilgi verir misiniz?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifleri Örnek Anasözleşmesinin “Ortaklığın Devri” başlıklı 17/3. maddesinde; “Devir halinde eski ortağın kooperatife karşı tüm hak ve yükümlülükleri yeni ortağa geçer, kooperatifçe bu devir sebebiyle taraflardan ayrıca bir ödemede bulunmaları istenemez.” hükmü yer almaktadır.
Buna göre, kooperatif ortaklığının devredilmesi sebebiyle, devir eden ortağın kooperatife karşı olan tüm hak ve yükümlülükleri, ortaklığı devir alan kişiye geçmektedir.
Dolayısıyla, kooperatifin geçmiş dönemlerdeki iş ve işlemlerinden doğan borçlarının mevcut kooperatif ortakları tarafından karşılanması ve ortaklığı devralan kişilerin de bu döneme ilişkin olarak payına düşen borçları ödemesi gerekmektedir.
Ancak, ortaklığın devri sırasında taraflarca düzenlenen devir senedinde, ortaklığın devri ile ilgili özel hükümlere yer verilmiş ise, devir alan ortağın kooperatife ödediği geçmiş döneme ilişkin borçları, devir sözleşmesinde yer alan özel hükümler nedeniyle ortaklığı devreden kişiden istemesi de mümkün görülmektedir.
________________________________________
Soru: Ortaklıktan çıkarılma kararı kesinleşmeden yeni ortak alınabilir mi?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 14. maddesinde ortaklıktan çıkarılma şekil ve şartlarına yer verildiği gibi, ortakların bu maddede gösterilmeyen sebeplerle ortaklıktan çıkarılamayacağı ve haklarındaki çıkarma kararı kesinleşmeyen ortakların yerine yeni ortak alınamayacağı hüküm altına alınmış bulunmaktadır.
Söz konusu hüküm karşısında ortaklıktan çıkarılma kararı kesinleşmeden konutun bir başkasına verilmesinin yasal olmadığı, ayrıca bir ortağın ihraç işleminin sonucu beklenmeden tekrar ortaklıktan çıkarılması hususunda yasada engelleyici bir hüküm bulunmamakla beraber, böyle bir işlemin iyi niyet esasları ile bağdaşmayacağı, dolayısıyla ihraç işlemi ile ilgili sonucun beklenmesinin yerinde olacağı düşünülmektedir.
________________________________________
Soru: Haklarında çıkarılma kararı kesinleşmeyen ortakların genel kurul toplantısına katılabilirler mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu’ nun 16. maddesi ile Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 14. maddesinde, haklarında çıkarma kararı kesinleşmeyen ortakların hak ve yükümlülüklerinin çıkarma kararı kesinleşinceye kadar devam edeceği belirtilmiş, Kanun’ un 23. maddesinde de ortakların bu kanunun kabul ettiği esaslar dahilinde hak ve vecibelerde eşit olduğu hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda belirtilen Kanun hükümleri çerçevesinde, üç aylık itiraz süreleri dolmayan ve dolayısıyla haklarındaki çıkarma kararı kesinleşmeyen ortakların diğer ortaklar gibi genel kurul toplantılarına davet edilmeleri gerekmektedir.
________________________________________
Soru: Kooperatife yeni giren ortaktan genel kurul kararıyla para talep edilebilir mi?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin “Ortaklığa Kabul” başlıklı 11. maddesinde; “İstekli, ortaklığa alındığı takdirde, kararın kendisine bildirildiği tarihten itibaren bir ay içinde sermaye taahhüdünün diğer ortaklarca ödenmiş taksiti ile diğer ortakların her birinin o tarihe kadar ödemiş oldukları paralara eşit meblağı bir defada öder. 17’ nci madde uyarınca devir yoluyla ortaklığa alınanlar hariç olmak üzere daha sonra ortaklığa kabul edileceklerden, yukarıdaki fıkrada belirtilen meblağın üzerine para talep edilmesi genel kurulun bu hususta karar alması halinde mümkündür” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, genel kurulca karar alınması şartıyla ilave para talep edilebilecektir. Ancak, eski ortağın ödediği paranın üzerinde para talep edilmesi yönünde bir karar alınmadan kooperatife ortak kabul edilen kişilerden, ortak olmalarından sonra yapılan bir genel kurul toplantısında alınan kararla ek bir para istenilmesi anasözleşmenin belirtilen maddesine aykırı olacaktır.
________________________________________
Soru: Genel kurul yönetim kurulunu her zaman azledebilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu’ na göre kooperatifin en yetkili organı olan genel kurulun, görev süreleri dolmayan yönetim ve denetim kurulu üyelerinin yeniden seçimini de konu alan bir gündemle toplanması, gündemde olmasa dahi anılan Yasa’ nın 46/son maddesinde öngörülen şekilde yönetim ve denetim kurulu üyelerinin azli ile yerlerine yenilerinin seçilmesini gündemine alarak görüşüp karara bağlaması her zaman mümkün bulunmaktadır.
________________________________________
Soru: Gündeme madde ilave edilebilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu’ nun 46. maddesi çerçevesinde düzenlenen Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 31. maddesinde; “Dörtten az olmamak üzere ortakların en az 1/10’u tarafından genel kurul toplantı tarihinden en az yirmi gün önce müştereken ve noter tebligatı ile bildirilecek hususların gündeme konulması zorunludur” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, gündeme konulması istenilen hususların “müştereken” gönderilecek bir tebligatla kooperatife bildirilmesi gerektiği açık olmakla birlikte, anasözleşmede sayılan diğer şartların ( Dörtten az olmamak üzere ortakların en az 1/10’u tarafından genel kurul toplantı tarihinden en az yirmi gün önce ) yerine getirilmesi durumunda; müştereken tebligatın dışında değişik şehirlerde yerleşik ortaklar tarafından ayrı ayrı yapılacak bildirimlerde yer alacak hususların, ortağın hür iradesini yansıtması nedeniyle gündeme alınması gerektiği düşünülmektedir.
________________________________________
Soru: Yönetim kurulu toplantı nisabı nedir?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 45/2. maddesine göre, yönetim kurulu toplantıları yarıdan fazla üyenin katılmasıyla yapılabilmekte, dolayısıyla 3 kişilik yönetim kurulunun 2 kişi ile 5 kişilik yönetim kurulu 3 kişi ile 7 kişilik yönetim kurulu ise 5 kişi ile toplanarak karar alması mümkün bulunmaktadır.
________________________________________
Soru: Kooperatif paralarının vadeli hesapta ya da döviz hesabında tutulabilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 62. maddesine; “Yönetim kurulu, kooperatif işlerinin yönetim için gereken titizliği gösterir ve kooperatifin başarısı ve gelişmesi yolunda bütün gayretini sarf eder” hükmü öngörülmüştür.
Buna göre, banka seçimine ilişkin sorumluluk kooperatif yönetim kuruluna ait olmak üzere, kooperatifin atıl duran parasının enflasyona karşı korunması amacıyla vadeli hesaplarda veya dövize çevrilerek döviz hesabında değerlendirilerek faiz alınmasında kooperatif mevzuatına aykırılık görülmemektedir.
________________________________________
Soru: Tasfiye halindeki kooperatiflerde diğer organların durumu nedir?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 44. maddesinde, “Yönetim Kurulunun, kanun ve anasözleşme hükümleri içinde kooperatifin faaliyetlerini yöneten ve onu temsil eden icra organı olduğu; aynı Anasözleşmenin 87. maddesinde de, Tasfiye Kurulunun, tasfiye işlerinin bir an önce bitirilmesi için çalışmakla yükümlü bulunduğu ve yine yukarıda belirtilen maddelerde ayrıca gerek yönetim kurulunun ve gerekse tasfiye kurulunun görev ve yetkilerine ilişkin hükümlere yer verildiği bilinmektedir.
Yukarıda belirtilen anasözleşme hükümlerinden anlaşılacağı gibi; yönetim kurulu ile tasfiye kurulunun görevleri arasında işlevi bakımından büyük farklılıklar bulunmakta, kooperatifin tasfiye haline girmesiyle tasfiye kurulu seçilmekle birlikte bu durum kooperatif yönetim kurulunun yürütme organı niteliğini değiştirmemekte, ancak yönetim kurulunun görevleri nitelikleri gereği tasfiye kurulunca yapılamayan işlemlerle sınırlı kalmaktadır.
Nitekim, Türk Ticaret Kanununun 440/1 maddesinde yer alan, “...... tasfiye haline girince; organların vazife ve selahiyetleri, tasfiyenin yapılabilmesi için zaruri olan, fakat mahiyetleri icabı tasfiye memurlarınca yapılamayan muamelelere inhisar eder” hükmü karşısında, yönetim ve denetim kurulları seçimlerinin yapılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Öte yandan, Anasözleşmenin 86. maddesi uyarınca; genel kurul tarafından, yönetim kurulunun tasfiye işlerini yürütmek üzere görevlendirilmesi mümkün bulunmaktadır
Kooperatif nedir?
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 1’inci maddesinde kooperatifler şöyle tanımlanıyor;
“Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif denir”
Kooperatif nasıl kurulur?
En az 7 ortaklık ile kurulabilen kooperatiflerin bir ana sözleşme imzalaması ve noterce onaylatması gerekiyor. Ayrıca sermaye miktarı sınırlandırılarak kooperatif kurulamıyor. "Kooperatif nasıl kurulur?" sorusunu yanıtladıktan sonra, kooperatif ana sözleşmesi ile ilgili hususlara değinelim.
Ticaret Bakanlığına verilmesi gereken ana sözleşmenin bakanlık tarafından onaylanması halinde, ooperatif merkezinin bulunduğu yer ticaret siciline tescil ve ilan olunuyor.
Tescil ve ilan olunacak hususlar şu şekilde sıralanıyor;
1. Ana sözleşme tarihi,
2. Kooperatifin amacı, konusu ve varsa süresi,
3. Kooperatifin unvanı ve merkezi,
4. Kooperatifin sermayesi ve bunun nakdi kısmına karşılık olarak ödenen en az miktar ve her ortaklık payının değeri,
5. Ortaklık payı belgelerinin ada yazılı olduğu,
6. Ayni sermaye ve devralınan akçalı kıymetlerle işletmelerin neden ibaret oldukları ve bunlara biçilen değerler,
7. Kooperatifin ne suretle temsil olunacağı ve denetleneceği,
8. Yönetim Kurulu üyeleriyle kooperatifi temsile yetkili kimselerin ad ve soyadları,
9. Kooperatifin yapacağı ilanların şekli ve anasözleşmede de bu hususta bir hüküm varsa yönetim kurulu kararlarının
pay sahiplerine ne suretle bildirileceği,
10. Kooperatifin şubeleri: Kooperatifler, lüzum gördükleri takdirde memleket içinde ve dışında şubeler açabilirler.
Şubeler, merkezin sicil kaydına atıf yapılmak suretiyle bulundukları yer ticaret siciline tescil olunurlar.Ticaret Bakanlığı, ana sözleşmelerin, kanunun ihtiyari hükümlerinden ayrıldığını ileri sürerek kooperatifleri kuruluşuna izin vermekten kaçınamaz. Anasözleşmenin değişiklikleri de kuruluştaki usullere bağlıdır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, kaç bin yapı kooperatifini Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na devredecek?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görev alanında bulunan yapı kooperatifleri, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na devredilecek.
Hazırlanan İmar Kanunu taslağına göre, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görev alanındaki yapı kooperatiflerinin kuruluşu, yetki ve görevleriyle ilgili işlemleri artık Gümrük ve Ticaret Bakanlığı yürütecek.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca başlatılmış veya planlanmış iş ve işlemleri yürütmeye, bunlar hakkında yeni iş ve işlemler yapmaya, gerekli gördüklerini tasfiye etmeye yetkili olacak.
Ancak yapıya yönelik harita, plan, etüt, proje ve yapı denetim işlemleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca yapılacak.
Anadolu Ajansı’nın (A.A.) 02 Aralık 2013 tarihli haberine göre; Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, kooperatiflerin halihazırda üç ayrı bakanlığın görev alanında bulunduğunu bildirdi.
Bu durumun uygulamada ve denetimlerde sıkıntılara neden olduğunu ifade eden Bayraktar, kooperatiflerle ilgili daha çok ticari şikayetler geldiğine dikkati çekti.
Kooperatiflerin görev ve yetkileri, ortaklıkları, genel kurul, tasfiye gibi uygulamalarının Kooperatifler ve Türk Ticaret kanunlarında yer alan hükümler kapsamında değerlendirildiğine işaret eden Bayraktar, yapı kooperatiflerine yönelik işlemlerin, imar mevzuatından ziyade hukuki ve ticari mevzuat kapsamında bulunduğunu vurguladı.
Bayraktar, kooperatiflerin imar ve yapısal açıdan denetlemesini ise kendilerinin yapacağını kaydetti.
Türkiye’de kaç yapı kooperatifi var? En çok hangi ilde?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre, Türkiye genelinde 53 bin 49 yapı kooperatifi bulunuyor. Bunların 49 bin 910'u konut, bin 732'si iş yeri, bin 85'i küçük sanayi, 311'i konut yapı kooperatifleri birliği, 5'i küçük sanayi sitesi yapı kooperatifleri birliği, 6'sı toplu iş yeri yapı kooperatifleri birliğinden oluşuyor.
Ankara, 12 bin 508 yapı kooperatifi ile ilk sırada yer alırken, bu şehri 10 bin 746 ile İstanbul, 5 bin 483 ile İzmir, 4 bin 232 ile Konya, 3 bin 884 ile Antalya, 3 bin 266 ile Bursa, 2 bin 453 yapı kooperatifiyle de Adana takip ediyor.
Kooperatifler hakkında en çok sorulan sorular ve cevapları nelerdir?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın internet sitesinde yer alan “Kooperatifler hakkında bilmek istedikleriniz” başlıklı soru – cevap metni şöyle;
________________________________________
Soru: Bir yapı kooperatifi kaç kişi ile kurulur?
Cevap: Bir yapı kooperatifi en az 7 gerçek ve/veya 1163 sayılı Kooperatifler kanununda belirtilen tüzel kişilerce kurulur.
________________________________________
Soru: Bir kooperatif nasıl tüzel kişilik kazanır?
Cevap: Bir kooperatif ticaret siciline tescil ile tüzel kişilik kazınır.
________________________________________
Soru: Kooperatif ortaklığına nasıl girilir?
Cevap: Medeni haklarını kullanma yeterliliğine sahip gerçek kişiler ile 1163 kooperatifler kanununda sayılan tüzel kişiler kooperatif anasözleşmesini bütün hak ve ödevleriyle birlikte kabul ettiklerini belirten bir yazı ile yönetim kuruluna başvurur. Yönetim kurulunca alınacak kararı müteakip ortaklık sıfatı kazanılır.
________________________________________
Soru: Hangi tüzel kişiler kooperatife ortak olabilirler?
Cevap: Özel idareler, belediyeler, köyler gibi kamu tüzel kişileri ile cemiyetler ve dernekler, kamu iktisadi teşebbüsleri ve kooperatifler amaçları bakımından ilgilendikleri kooperatiflere ortak olabilirler.
________________________________________
Soru: Yönetim kurulu bir ortağın çıkma isteğini kabulden kaçınırsa ne yapılması gerekir?
Cevap: Yönetim kurulu, anasözleşmeye uygun olarak yapılacak isteğe rağmen bir ortağın kooperatiften istifasını kabulden kaçınacak olursa, ortak çıkma dileğini noter aracılığıyla kooperatife bildirir. Bildiri tarihinden itibaren çıkma gerçekleşir.
________________________________________
Soru: Ortaklık devredilebilir mi?
Cevap: Ortaklık devredilebilir. Yönetim kurulu ortaklığı devralan kişinin ortaklık niteliklerini taşıması halinde , bu kişiyi ortaklığa kabul eder.Dair halinde eski kooperatife karşı tüm hak ve yükümlülükleri yeni ortağa geçer.
________________________________________
Soru: Bir ortaklık payının değeri nedir?
Cevap: Bir ortaklık payının değeri 100.-TL (Yüz)dır. Kooperatife giren ortaklar en çok 5.000 pay taahhüt edebilirler
________________________________________
Soru: Ortak olan kişi hemen genel kurul toplantısına katılma hakkına sahip mi dir?
Cevap: Üç ay evvel ortak olmayanlar hariç her ortak genel kurula katılma hakkına sahiptir. Yapı kooperatiflerinde genel kurul toplantılarına katılmak için bu şart aranmaz.Dolayısıyla, yapı kooperatiflerine ortak olanlar hemen, diğer kooperatiflerdeki ortaklar ise ortaklığa kabul tarihinden itibaren üç ay sonra genel kurul toplantılarına katılma hakkını kazanırlar.
________________________________________
Soru: Genel kurul toplantısında bir den fazla payı olan kişiler nasıl oy kullanacaklardır?
Cevap: Genel kurulda kaç tane payı olursa olsun bir ortak yalnızca bir oy kullanabilir.
________________________________________
Soru: Genel kurul toplantısında ortağı kimler temsil edebilir?
Cevap: Genel kurul toplantısında bir ortak yazı ile izin vermek suretiyle oyunu ancak başka bir ortağa kullandırabilir. Bir ortak genel kurulda birden fazla ortağı temsil edemez. Ortak sayısı 1000’ın üstünde olan kooperatiflerde anasözleşme ile ortağın en çok 9 olmak üzere birden fazla ortağı temsil etmesi öngörülebilir. Es ve birinci derece akrabalarda temsilde ortaklık şartı aranmaz. (Ortağın;çocuğu,anne ve babası,eşinin annesi babası)
________________________________________
Soru: Yönetim kurulu en az kaç üyeden oluşur?
Cevap: Yönetim kurulu en az 3 üyeden oluşur. Bunların ve yedeklerinin kooperatifin ortağı olması, ayrıca 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 56. maddesindeki şartları taşıması gerekir.
________________________________________
Soru: Her yıl genel kurul toplantısı yapılması zorunlu mudur?
Cevap: Genel Kurul Olağan ve Olağanüstü olmak üzere 2 şekilde toplanır.Olağan genel kurul toplantısının her hesap devresi sonundan itibaren 6 ay içinde ve Yılda enaz bir defa yapılması zorunludur.
________________________________________
Soru: Bir ortaklık payına birden fazla kişinin ortak olup olamayacağı konusunda bilgi verir mi siniz?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 19. maddesine göre, kooperatife giren her şahıstan en az bir ortaklık payı alınması gerekir. Dolayısıyla da bir pay ve bu paya bağlı haklar için kooperatife yalnızca bir ortak alınabilir.
Ancak, Kooperatifler Kanununda ve Konut Yapı Kooperatifi Anasözleşmesinde, bir pay için birden fazla kişinin ortak olması halinde bu kişilerle kooperatif arasındaki ilişkinin nasıl yürütüleceği konusunda açık hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda, 1163 Sayılı Kanunun 98. maddesi atfıyla Türk Ticaret Kanununun anonim şirketlere ilişkin 400. maddesinin uygulanması gerekmektedir. Buna göre, ortaklık payı kooperatife karşı bölünemeyeceğinden, bir paya birden fazla kişi ortak olmuş ise, bunlar kooperatife karşı haklarını ortak bir temsilci aracılığıyla kullanabileceklerdir. Ortak bir temsilci tayin etmedikleri takdirde kooperatifçe bunlardan birine yapılacak bildirim hepsi için geçerli olacaktır. Bir paya ortak olan birden fazla kişiden her hangi birisinin ihracı için Anasözleşmede gösterilen ihraç nedenlerinden birine dayanılması gerekir. Böylece, aynı paya sahip olanlardan birinin ortaklıktan çıkarılıp diğerlerinin ortak olarak kalması ise payın bölünmezliği ilkesine aykırılık oluşturacağından, ihraç işleminin bunları da etkileyeceği sonucuna varılmaktadır.
Ancak, Anasözleşmede gösterilen ihraç nedenlerinden birine dayanmaksızın salt bir payın birden çok ortağı olamayacağı gerekçesiyle ortaklıktan çıkarılma işleminin uygulanması mümkün görülmemektedir.
Bununla birlikte, gerek 1163 Sayılı Yasanın 19. maddesinde güdülen amaç, gerekse karışıklıkların önlenmesi bakımından bir paya bir kişinin tek başına sahip olunmasında da yarar bulunmaktadır.
________________________________________
Soru: Aidat ödemesini geciktiren ortaklardan gecikme faizi alınabilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununda, ödemelerini geç yapan ortaklara gecikme bedeli (gecikme bedeli) yürütüleceğine ilişkin bir hüküm bulunmamakla birlikte, kooperatif ortaklarının ödemelerini geciktirmeleri halinde Kooperatifler Kanununun 23. maddesi çerçevesinde genel kurulca kararlaştırılmak kaydıyla borçalar kanununa uygun olarak gecikme faizi alınması mümkün bulunmaktadır.
Ayrıca, Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 23/6. maddesine göre, genel kurulun, ortaklardan tahsil edilecek taksit miktar ve ödeme şartları ile gecikme halinde uygulanacak esasları belirleme yetkisi bulunmaktadır.
Genel kurulca, kooperatif amaçlarının gerçekleştirilmesi ve eşitlik ilkesi gözetilerek belirlenen ödenti, gecikme faizi vb. gibi parasal yükümlülüklerin, ortaklarca, yine genel kurulca belirlenen esaslar doğrultusunda yerine getirilmesi; aksi davranışta bulunan ortaklar içinde Anasözleşmede belirtilen yaptırımların uygulanması gerekmektedir. Parasal yükümlülüklerini hiç veya zamanında yerine getirmeyen ortaklar için yapılacak uygulamanın (gecikme faizi, ortaklıktan çıkarma), borç miktarı, gecikme süresi, kooperatifin durumu gibi kıstaslar gözönüne alınarak yönetim kurulunca belirlenmesi uygun olacaktır.
1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 23. maddesine göre, ortaklar, bu Kanunun kabul ettiği esaslar çerçevesinde hak ve vecibelerde eşit olduklarından, parasal yükümlülüğünü bilinçli olarak yerine getirmeyen ortakla, ekonomik nedenlerle yerine getirmeyen ortak arasında bir ayrım yapılması mümkün değildir.
________________________________________
Soru: Yönetim kurulu üyelerine tercihli daire verilebilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 56. maddesinde;
“Yönetim kurulu üyelerine genel kurulca belirlenen aylık ücret, huzur hakkı, risturn ve yolluk dışında hiçbir ad altında başkaca ödeme yapılamaz.”
denilmektedir.
Buna göre, yönetim kurulu üyeleri yaptıkları hizmetler nedeniyle, Kanunun anılan maddesinde öngörülen imkanlara kavuşturulmuş bulunmaktadır. Bunun dışında kalan hususlarda bir yönetim kurulu üyesi ile kooperatif ortağı arasında her hangi bir fark görülmemekte, diğer ortaklar gibi aynı hak ve yükümlülüklere sahip olunmaktadır.
Kanun ve Anasözleşmelerde, yönetim kurulu üyelerine kura çekimine tabi tutulmadan tercihli daire seçme hakkının verilmesine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığından, böyle bir uygulama 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 23. maddesindeki eşitlik kuralına aykırılık teşkil edecektir. 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 23. maddesinde öngörülen bu kural emredici nitelikte olup, kura çekimi işlemlerinde de uygulanması gerekmektedir.
________________________________________
Soru: Bir genel kurulu kararı bir sonraki genel kurul kararıyla değiştirilebilir mi?
Cevap: Genel kurulca verilmiş kararların, sonradan başka bir genel kurul kararıyla değiştirilmediği ya da mahkeme tarafından iptal edilmediği sürece yürürlükte olacağı ve uygulanması gerekeceği doğaldır.
________________________________________
Soru: Kooperatif yönetim kurulunca genel kurul kararı olmaksızın para istenilebilir mi?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 23. maddesine göre, ortaklardan tahsil edilecek taksit miktar ve ödeme şartları ile gecikme halinde uygulanacak esasları tespit etmek yetkisi genel kurulun görev ve yetkilerindendir.
Bu nedenle, genel kurul kararı olmaksızın yönetim kurulu kararı ile ortaklardan herhangi bir ödemenin istenmesi mümkün bulunmamaktadır.
________________________________________
Soru: Denetim kurulu üyeleri genel kurulu toplantıya çağırabilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 43. maddesine göre, gerektiğinde denetçiler kurulu, kooperatifin ortağı bulunduğu üstbirlik ve tasfiye memurları genel kurulu toplantıya çağırma yetkisine sahiptir.
Bu çerçevede, denetçilerin gerektiğinde genel kurulu toplantıya çağırmadan önce yönetim kurulu üyelerinin onayını almasına gerek bulunmamaktadır.
________________________________________
Soru: Eski yönetim kurulunun devir ve teslim işlemleri konusunda bilgi verir misiniz?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Anasözleşmesinin 73. maddesi gereğince, yönetim kurulu üyeleri ve kooperatif memurları görev devir ve teslimleri sırasında sorumlulukları altındaki para, mal, defter, belge ve diğer kooperatif varlıklarını bir tutanakla yeni görevlilere teslim etmekle yükümlüdür. Eski yönetim kurulunca bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi durumunda, yeni yönetim kurulunun yargı organlarına başvurarak devir ve teslim işlemlerinin gerçekleştirilmesini sağlamaya çalışması mümkün bulunmaktadır.
________________________________________
Soru: Ferdi Mülkiyete geçen kooperatiflerin tasfiyeden dönüp dönemeyeceği konusunda bilgi verir misiniz?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 81. maddesine göre; Konut Yapı Kooperatifleri, Anasözleşmede gösterilen işlerin tamamlanması ve ferdi mülkiyete geçilip konutların ortaklar adına tescil edilmesi ile amacına ulaşmış sayılır ve dağıtılır. Ancak, tescil tarihinden itibaren altı ay içerisinde usulüne uygun şekilde Anasözleşme değişikliği yapılarak kooperatifin amacının değiştirilmesi halinde dağılmaya ilişkin hüküm uygulanmaz.
Bu nedenle, Kooperatifler Kanununun 81. maddesinde öngörülen 6 aylık süre içinde amaç değişikliği yapmayarak tasfiyesine karar verilen ve halen tasfiye işlemleri sürmekte olan kooperatifin tasfiyesinden dönülmesi mümkün bulunmamakta ve tasfiye işlemlerinin tamamlanması gerekmektedir.
______________________________________
Soru: Ölen ortağın durumu konusunda bilgi verir misiniz?
Cevap: Örnek Anasözleşmesinin “Ölen Ortağın Durumu” başlıklı maddesinde; “Ölen ortağın kanuni mirasçılarının üç ay içinde temsilci tayin ederek kooperatife bildirmeleri halinde, ortaklık hak ve yükümlülükleri kanuni mirasçıları lehine devam eder.
Mirasçıların temsilci tayin etmemeleri ve ortaklığa devam etmek istememeleri halinde, ölen ortağın alacak ve borçları 15’nci madde hükümlerine göre tasfiye edilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, ölen ortakların kanuni mirasçılarının üç ay içinde temsilci tayin etmemeleri halinde, 15. madde hükümlerine göre alacak ve borçlarının tasfiye edilmesi gerekecektir.
Öte yandan, ölen ortakların adreslerinin de bilinemediği durumlarda ortakların, 15. madde uyarınca doğan alacaklarının Bankalarda açtırılacak özel bir hesapta korunması ve kanuni mirasçılarının adreslerine ulaşılması yönünde çaba sarf edilerek, mirasçıların bu alacağı tahsile davet edilmesi yerinde görülmektedir.
Ayrıca, anasözleşmenin 15. maddesi uyarınca, ortaklığı sona erenlerin alacak ve hakları, bunları isteyebilecekleri günden itibaren beş yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.
Dolayısıyla, kanuni mirasçıların son isteme tarihinden itibaren beş yıl süre ile alacak ve hakları istememeleri durumunda, ölen ortağın belirtilen alacak ve haklarının kooperatif hesaplarına gelir kaydedilmesi uygundur.
________________________________________
Soru: Ortaklığın devri, devir alan ortağın yükümlülükleri konusunda bilgi verir misiniz?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifleri Örnek Anasözleşmesinin “Ortaklığın Devri” başlıklı 17/3. maddesinde; “Devir halinde eski ortağın kooperatife karşı tüm hak ve yükümlülükleri yeni ortağa geçer, kooperatifçe bu devir sebebiyle taraflardan ayrıca bir ödemede bulunmaları istenemez.” hükmü yer almaktadır.
Buna göre, kooperatif ortaklığının devredilmesi sebebiyle, devir eden ortağın kooperatife karşı olan tüm hak ve yükümlülükleri, ortaklığı devir alan kişiye geçmektedir.
Dolayısıyla, kooperatifin geçmiş dönemlerdeki iş ve işlemlerinden doğan borçlarının mevcut kooperatif ortakları tarafından karşılanması ve ortaklığı devralan kişilerin de bu döneme ilişkin olarak payına düşen borçları ödemesi gerekmektedir.
Ancak, ortaklığın devri sırasında taraflarca düzenlenen devir senedinde, ortaklığın devri ile ilgili özel hükümlere yer verilmiş ise, devir alan ortağın kooperatife ödediği geçmiş döneme ilişkin borçları, devir sözleşmesinde yer alan özel hükümler nedeniyle ortaklığı devreden kişiden istemesi de mümkün görülmektedir.
________________________________________
Soru: Ortaklıktan çıkarılma kararı kesinleşmeden yeni ortak alınabilir mi?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 14. maddesinde ortaklıktan çıkarılma şekil ve şartlarına yer verildiği gibi, ortakların bu maddede gösterilmeyen sebeplerle ortaklıktan çıkarılamayacağı ve haklarındaki çıkarma kararı kesinleşmeyen ortakların yerine yeni ortak alınamayacağı hüküm altına alınmış bulunmaktadır.
Söz konusu hüküm karşısında ortaklıktan çıkarılma kararı kesinleşmeden konutun bir başkasına verilmesinin yasal olmadığı, ayrıca bir ortağın ihraç işleminin sonucu beklenmeden tekrar ortaklıktan çıkarılması hususunda yasada engelleyici bir hüküm bulunmamakla beraber, böyle bir işlemin iyi niyet esasları ile bağdaşmayacağı, dolayısıyla ihraç işlemi ile ilgili sonucun beklenmesinin yerinde olacağı düşünülmektedir.
________________________________________
Soru: Haklarında çıkarılma kararı kesinleşmeyen ortakların genel kurul toplantısına katılabilirler mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu’ nun 16. maddesi ile Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 14. maddesinde, haklarında çıkarma kararı kesinleşmeyen ortakların hak ve yükümlülüklerinin çıkarma kararı kesinleşinceye kadar devam edeceği belirtilmiş, Kanun’ un 23. maddesinde de ortakların bu kanunun kabul ettiği esaslar dahilinde hak ve vecibelerde eşit olduğu hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda belirtilen Kanun hükümleri çerçevesinde, üç aylık itiraz süreleri dolmayan ve dolayısıyla haklarındaki çıkarma kararı kesinleşmeyen ortakların diğer ortaklar gibi genel kurul toplantılarına davet edilmeleri gerekmektedir.
________________________________________
Soru: Kooperatife yeni giren ortaktan genel kurul kararıyla para talep edilebilir mi?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin “Ortaklığa Kabul” başlıklı 11. maddesinde; “İstekli, ortaklığa alındığı takdirde, kararın kendisine bildirildiği tarihten itibaren bir ay içinde sermaye taahhüdünün diğer ortaklarca ödenmiş taksiti ile diğer ortakların her birinin o tarihe kadar ödemiş oldukları paralara eşit meblağı bir defada öder. 17’ nci madde uyarınca devir yoluyla ortaklığa alınanlar hariç olmak üzere daha sonra ortaklığa kabul edileceklerden, yukarıdaki fıkrada belirtilen meblağın üzerine para talep edilmesi genel kurulun bu hususta karar alması halinde mümkündür” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, genel kurulca karar alınması şartıyla ilave para talep edilebilecektir. Ancak, eski ortağın ödediği paranın üzerinde para talep edilmesi yönünde bir karar alınmadan kooperatife ortak kabul edilen kişilerden, ortak olmalarından sonra yapılan bir genel kurul toplantısında alınan kararla ek bir para istenilmesi anasözleşmenin belirtilen maddesine aykırı olacaktır.
________________________________________
Soru: Genel kurul yönetim kurulunu her zaman azledebilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu’ na göre kooperatifin en yetkili organı olan genel kurulun, görev süreleri dolmayan yönetim ve denetim kurulu üyelerinin yeniden seçimini de konu alan bir gündemle toplanması, gündemde olmasa dahi anılan Yasa’ nın 46/son maddesinde öngörülen şekilde yönetim ve denetim kurulu üyelerinin azli ile yerlerine yenilerinin seçilmesini gündemine alarak görüşüp karara bağlaması her zaman mümkün bulunmaktadır.
________________________________________
Soru: Gündeme madde ilave edilebilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu’ nun 46. maddesi çerçevesinde düzenlenen Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 31. maddesinde; “Dörtten az olmamak üzere ortakların en az 1/10’u tarafından genel kurul toplantı tarihinden en az yirmi gün önce müştereken ve noter tebligatı ile bildirilecek hususların gündeme konulması zorunludur” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, gündeme konulması istenilen hususların “müştereken” gönderilecek bir tebligatla kooperatife bildirilmesi gerektiği açık olmakla birlikte, anasözleşmede sayılan diğer şartların ( Dörtten az olmamak üzere ortakların en az 1/10’u tarafından genel kurul toplantı tarihinden en az yirmi gün önce ) yerine getirilmesi durumunda; müştereken tebligatın dışında değişik şehirlerde yerleşik ortaklar tarafından ayrı ayrı yapılacak bildirimlerde yer alacak hususların, ortağın hür iradesini yansıtması nedeniyle gündeme alınması gerektiği düşünülmektedir.
________________________________________
Soru: Yönetim kurulu toplantı nisabı nedir?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 45/2. maddesine göre, yönetim kurulu toplantıları yarıdan fazla üyenin katılmasıyla yapılabilmekte, dolayısıyla 3 kişilik yönetim kurulunun 2 kişi ile 5 kişilik yönetim kurulu 3 kişi ile 7 kişilik yönetim kurulu ise 5 kişi ile toplanarak karar alması mümkün bulunmaktadır.
________________________________________
Soru: Kooperatif paralarının vadeli hesapta ya da döviz hesabında tutulabilir mi?
Cevap: 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 62. maddesine; “Yönetim kurulu, kooperatif işlerinin yönetim için gereken titizliği gösterir ve kooperatifin başarısı ve gelişmesi yolunda bütün gayretini sarf eder” hükmü öngörülmüştür.
Buna göre, banka seçimine ilişkin sorumluluk kooperatif yönetim kuruluna ait olmak üzere, kooperatifin atıl duran parasının enflasyona karşı korunması amacıyla vadeli hesaplarda veya dövize çevrilerek döviz hesabında değerlendirilerek faiz alınmasında kooperatif mevzuatına aykırılık görülmemektedir.
________________________________________
Soru: Tasfiye halindeki kooperatiflerde diğer organların durumu nedir?
Cevap: Konut Yapı Kooperatifi Örnek Anasözleşmesinin 44. maddesinde, “Yönetim Kurulunun, kanun ve anasözleşme hükümleri içinde kooperatifin faaliyetlerini yöneten ve onu temsil eden icra organı olduğu; aynı Anasözleşmenin 87. maddesinde de, Tasfiye Kurulunun, tasfiye işlerinin bir an önce bitirilmesi için çalışmakla yükümlü bulunduğu ve yine yukarıda belirtilen maddelerde ayrıca gerek yönetim kurulunun ve gerekse tasfiye kurulunun görev ve yetkilerine ilişkin hükümlere yer verildiği bilinmektedir.
Yukarıda belirtilen anasözleşme hükümlerinden anlaşılacağı gibi; yönetim kurulu ile tasfiye kurulunun görevleri arasında işlevi bakımından büyük farklılıklar bulunmakta, kooperatifin tasfiye haline girmesiyle tasfiye kurulu seçilmekle birlikte bu durum kooperatif yönetim kurulunun yürütme organı niteliğini değiştirmemekte, ancak yönetim kurulunun görevleri nitelikleri gereği tasfiye kurulunca yapılamayan işlemlerle sınırlı kalmaktadır.
Nitekim, Türk Ticaret Kanununun 440/1 maddesinde yer alan, “...... tasfiye haline girince; organların vazife ve selahiyetleri, tasfiyenin yapılabilmesi için zaruri olan, fakat mahiyetleri icabı tasfiye memurlarınca yapılamayan muamelelere inhisar eder” hükmü karşısında, yönetim ve denetim kurulları seçimlerinin yapılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Öte yandan, Anasözleşmenin 86. maddesi uyarınca; genel kurul tarafından, yönetim kurulunun tasfiye işlerini yürütmek üzere görevlendirilmesi mümkün bulunmaktadır
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)